Hikaye Yazın

Kini ve nefreti bırakın bir hikâye yazın veya arayın…

Dünya büyük bir değişim yaşıyor. Bir zamanlar istikrarlı hatta değişmez görünen o eski dünya çöktü. Bugün küresel ve bölgesel güçlerin ekonomiye hâkimiyeti bile bu çöküntüyü engelleyemedi. Çöken dünya sisteminin yerine yenisi inşa edilinceye dek, ortalık kalın bir sis duvarı ile örülmüş durumda. Bu sis duvarları da içinde; keşmekeş, kargaşa, akıl karışıklığı, ümitsizlik, yarını okuyamama, endişe ve aşırı korkuyu barındırıyor.

Eski dünyanın çökmesiyle yeni bir çağ başlamış oldu. Bu yeniçağda, doğru tepki vermeyi başaramadığımız takdirde risklerle, ânı yakaladığımız takdirde de vaatlerle dolu bir hayat idame edeceğimiz bir hakikat. Yaşadığımız kopuşun ardında ortaya çıkacak yeni sistemlerin mevcut yönetimden daha mı iyi yoksa daha mı kötü olacağı yeni bir hikâye anlatma yetimize bağlı. Bu da geçmişten ders çıkaran, bizi şimdiki zamana yerleştiren ve geleceği rehberlik edinen bir hikâye olmalı.

Dünya, 90’lı yılların başında çift kutuplu var-oluşun nihâyetine tanıklık etti. Ardından ABD’nin tek kutuplu dünya özlemi de 2008 ekonomik kriziyle suya düştü. Şimdilerde ise dünya, yeni küresel ve bölgesel güçlerin sancısını yaşıyor. Bu sancılı ve sis duvarları içinde dünya birçok krize gebe kaldı: Brexit, ABD’de Trump’ın iktidara gelişi, Hindistan’da Modi’nin seçimleri kazanması, Arap Baharı, Nijerya’da çatışmalar, uzayan Suriye savaşı, Ukrayna’ya Rusya müdahalesi, DAEŞ, vekâlet savaşları, istihbarat oyunları, şehirli militanlar, mafya grupları ve peşinden uzmanların dillerine pelesenk ettikleri üçüncü dünya savaşı tamtamları…

Dünya bir yanda yükselen milliyetçilik dalgasını konuşurken, öte yandan göçmenlerin sorunlarını tartışıyorken, ekonomik krizlerin ve tiksindirici eşitliklerin arka planında büyüyen milliyetçilik, nihilizm, anarşizm, deizm ve teröre tanıklık ettik. Dünya resmen ekonomik, siyasi, sosyal ve askeri her alanda küresel bir iç savaş yaşıyor.

Soğuk savaşın bitimiyle gerçekte, 20. yüzyılın mirası olan düalizm de sona ermişti. Her alanda zıt kutuplar iflas etti: Sosyal demokrat ile neoliberaller gibi, komünizm ile kapitalizm gibi, radikal siyasetçiler ile ılımlı siyasetçiler gibi… Geçen yüzyılın bu ve buna benzer hikâyeleri, halen tedavülde olmasına rağmen günümüz sorunlarını çözmede yetersizdirler. Yerlerine yeni güçlü hikâyeler inşa edilmediği için eski hikâyelerin tesiri ile herkes yoluna devam ediyor. Hâlbuki olgular değişmiş ama zihinler değişmemiştir.

Bu sancılı ve sisli dönemde, herkes bir anda dış politika uzmanı oluverdi. Yeni dönemi anlamadan herkes eski hikâyeler üzerinden olayları değerlendirdi. Teoriler, iddialar havada uçuştu. Kahvehanelerde bile en çok dış politika tartışmaları izleniyordu. Dünyada bile olmayan sadece bizim TV’lere mahsus 4 saat veya daha fazla süren tartışma programları zihinleri daha karmaşık hale getirdi. Çünkü konunun uzmanları değil kulağına bir iki cümle fısıldananlar konuşuyordu ekranlarda. Ne TV’dekiler anlaşabiliyordu ne de halk tartışmalardan bir şey anlıyordu. Bugünlerde de herkes ekonomi uzmanı olmuş durumda. Eski ekonomik teoriler, endişe ve korku ekseninde herkes sonucu anlaşılmayan bir şeyler mırıldanıyor…

Kontrolden çıkmış bir dünya algısı, bizzat gezegeni kuşatma altına almış durumda. Her yere nüfuz etmiş bir panik var ki, bu Roma benzeri bir imparatorluktan kaynaklı merkezileştirilmiş korkuya da benzemiyor. Bu daha ziyade haber medyasının ürettiği, sosyal medyanın büyüttüğü herkesin başına her an her yerde her şey olabileceğine dair bir duygu. Lağım fareleri trolleri de aşan bir ağ bu.

Yeniçağı anlamak, geçen yüzyılda inşa edilen sistemi iyi anlamaktan geçiyor. Her ne kadar geçen yüzyıla benzemesine rağmen günümüz için tehlike daha büyük. Aşırı bireyciliğin küresel çağında, içinde bulunduğumuz açmaz, emsalsiz ve derin; tehlikeleri daha yaygın, daha az öngörülebilir. Gelinen nokta, çıkarcı bireylerin “ticari toplumunu” ilk defa kurumsallaştıran Adam Smith’in bile öngöremeyeceği biçimlerde evrenselleşti. Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’da (1848) yazdığı gibi, kederden ziyade coşku içinde modern dönem, serbestleşen dünya ekonomisiyle kökten değiştirilmiş “her türlü sabit, hızla dondurulmuş ilişkileri, geçirdikleri bir dizi tren kazası, kutsal önyargıları ve fikirleriyle ayakları yerden kesilmiş tek bir şeydi… KATI OLAN HER ŞEY BUHARLAŞTI, KUTSAL OLAN HER ŞEY DÜNYEVİLEŞTİ.”

Bireyselliğin beraberinde getirdiği rekabet; küskünlük, hınç, öfke, kıskançlık ve aşağılama duygusunu beraberinde yükseltmiş ve bu da beraberinde muazzam bir biçimde nefreti körüklemiş, herkesin bir şekilde diğer herkese yönelik öfkesini katmerleştirmiştir. Bu ruh derinleştikçe sivil ve siyasi alanı zehirliyor. Sadece zehirlemekle kalmıyor, ayrıca bu öfke çağında dehşet veren görüntü ve sesler sürekli bir biçimde adeta üzerimize hücum ediyor.

İşte tüm bu olanlardan dolayı, bugün insanlık yeni bir hikâye peşinde. Herkes kulaklarını açmış “Kumu” (kalkın) bir sesin yankılanmasını beklemekte. Herkesi kuşatıcı, ihsanı ve merhameti bol bir hikâye duymak istiyor. Tutarlı ve istikrar kazandıran bir anlatının yokluğunda bu hikâyeler tepkisel, bölük pörçük ve istikrarsız olmaya devam edecek, her zaman tükenip gitme, düş kırıklığı yaratma riski taşıyacaktır.

Yeni bir hikâyeden, ama tepkisel ve muhalif değil de olumlu ve kuşatıcı bir hikâyeden yoksunsak hiçbir şey değişmez. Ama böyle bir hikâye ile her şey değişir. Çevresinde toplanıp seferber olabileceğimiz iyileştirici bir siyasi hikâye geliştirme arayışında, önce savunmak istediğimiz prensipleri ve değerleri tespit etmeliyiz. Çünkü anlattığımız hikâyeler, üstünde yükseldikleri inançları neşredeceklerdir.

Dünyanın hemen hemen her yüzyılda bir yaşadığı bu geçiş dönemlerinde toplumları bir Mehdi beklentisi tutar. Alman filozof ve sosyolog Karl Mannheim 1922’de, Birinci Cihan Harbi sonrası şunları söylüyordu: “İnsanlar her yerde bir Mesih bekliyorlar ve hava büyük küçük kâhinlerin vaatleriyle dopdolu…”

Hâsılı kelam, kehanette bulunmak ve Mehdi’nin yarın mı, bir yıl sonra mı, yüzyıl sonra mı, bin yıl sonra mı geleceğini beklemek yerine prensipleri olan içi dolu dolu bir hikâye üretmeliyiz. Eski klişe sözler üzerinden tartışmayı da bir an önce bırakmalıyız. Hani yetersizliğimizi de başkalarını eleştirerek örtmek üzerine üstümüze kimse yok. Çünkü ümitsizlik, hayal gücü tükendiğinde düştüğümüz bir durumdur. Şimdimizi ve yarınımızı betimleyecek hikâyelerden yoksun olduğumuzda ümit de solup gider. Siyasi, sosyal ve fikri yetersizlik, özünde hayal gücünün yetersizliğidir…

TURAN KIŞLAKÇIGazeteci, Yazar

Külbe-i ahzân’ında âh ü fizâr bir Simurg. Ehl-i hikmet muhibbi ve hakikat arayıcısı bir yolcu. Uluslararası ilişkiler, ilahiyat, dinler tarihi ve felsefe alanlarıyla iştigal eder, hududü’l...

DETAYLAR
ARŞİV