Muhayyilenizi biraz zorlayın ve kadim dönemlere doğru bir yolculuğa çıkın. Kâğıdın, kalemin çok yaygın olmadığı, matbaanın bulunmadığı çağları düşünün. Hayvan derilerinin ve bitki liflerinin üzerine yazılan kitapları hatırlayın. Fotokopinin bulunmadığı ve kitapların müstensihlerin gayretiyle arttırılmağa çalışıldığı böylesi bir zamanda insanoğlunun kitaba verdiği önemi tefekkür edin. Sonra dönüp bugüne gelin. Hakikaten yüzünüzde bir utanç emaresi olacak mı
Yine bir düşünün, yaz ayı geldi. Sıcaklar her tarafı kavuruyor. Peki, ne yapmayı hedefler insanlar bugünlerde.. Elbette ki üç aylık yaz tatilini nasıl boşa harcarım telaşında. Şimdi dönüp, yazlıklarınızı, tatil köylerinizi ve 5 yıldızlı otellerinizi kadim Roma’nın veya Yunan’ın tatil köyleri (seyfiyeleri) ile karşılaştırın.
Yunanlılar ve Romalılar, yaz aylarında sahil kenarına tatile gittiklerinde, günlerini kitap okuyarak geçirirlerdi. Romalıların tatillerini geçirdikleri Tivoli’de, kapsamlı bir Yunanca ve Latince eserler kütüphanesi vardı ve hatta, burada, evde okumak üzere dışarı kitap veriliyordu.
İSLAM VE İLİM
İslam’ın ilme verdiği önemi bilmeyenimiz yok gibi. Kur’an-ı Kerim’in ilk emrinin oku olması ve kitapta satırlara ve kaleme yemin edilmesi, Müslümanlara ilmin önemini anlatmaya yetiyordu. Kur’an’ın Bilenlerle bilmeyenlerin bir olamayacağını belirtmesi buna en güzel örnekti.
Hz. Peygamberin de hadislerinde ilmin önemine işaret etmesi, Müslümanlar arasında okuma yazma oranını yükseltti. İlim tahsil etmek, kadın- erkek her Müslümana farzdır., Hikmet, özlü bilgi mü’minin yitiğidir. Onu nerede bulursa alır, Benden bir ayet bile öğrenseniz, onu başkalarına da öğretiniz Beşikten mezara kadar bilgi elde edin ve İlim Çin’de de olsa alınız hadisleri çölde yaşayan ve okuma-yazma bilmeyen Arapları bir anda şaha kaldırdı.
Bilginin zamanı ve mekânı olmadığını öğrenen Müslümanlar, bir anda dünyanın dört bir yanına nam saldı. Çok kısa bir sürede Mekke’de, Medine’de, Kufe’de, Basra’da ve Şam’da ilim merkezleri oluştu. Ardından binlerce âlim yetişti ve ekoller ortaya çıktı. İslam dünyası daha ilk dönemlerinde cevval bir heyecana tanık oldu. Dünyanın dört bir yanından insanlar akın akın ilim talebi için bu coğrafyaya koştu.
TERCÜME FAALİYETLERİ VE KÜTÜPHANELER
İslam’ın çok kısa bir zamanda fetihlerle dünyanın dört bir yanına dal budak salmasının ardından Müslümanlar, bu kez beklemeden ikinci bir fetihe, yani ilmi fethe başladı. İki fetih de Müslümanlar için çok kısa sürdü. Müslümanlar fethettikleri Mısır, Bizans, Hint ve İran gibi kadim medeniyet diyarlarından topladıkları kitapları Yunanca’dan, Sanskritçe’den, Farsça’dan, Süryanice’den Arapçaya çevirdi. Bu dönemde ilim ve tercümeler tarihte eşi ve benzeri olmayan bir şekilde dal budak saldık bu coğrafyada.
Bütün bu faaliyetler sonrasında Müslüman ilim adamları kütüphaneler dolusu araştırmaya dayalı eser kaleme aldı. İslam dünyasında şimdiki üniversitelerin karşılığı olan birçok büyük medrese açıldı ve kütüphaneler kuruldu. Meselâ, Endülüs Emevi Halifesi el-Hakem’in, Kurtuba’da kurduğu kütüphanede 400.000 cilt kitap bulunuyordu. Gırnata’da her birinde 400.000 cilt kitap bulunan 70 kütüphane mevcuttu. Bu kitapların kataloğu bile 24 cilt tutuyordu. Fatimilerin Kahire’de kurdukları büyük kütüphanenin her birinde 18.000 cilt kitap bulunan 40 oda vardı.
Kahire’deki Halk Kütüphanesi’nde 1.600.000; Saray Kütüphanesi’nde 1.000.000; Lübnan’daki Trablusşam şehrinde ise 3.000.000 cilt kitap mevcuttu. Türkmenistan’daki Merv şehrinde içlerinde 700.000 cilt kitap bulunan 10 kütüphane vardı. Bu kitaplar astronomiden tıbba, sosyolojiden biyolojiye dönemin hemen hemen bütün ilimleriyle ilgiliydi.
Geçmiş dönemde İslam âleminin değişik bölgelerinden kütüphaneler çok yaygın haldeydi. Yanında bir kütüphanesi bulunmayan herhangi bir cami veya medrese yok gibiydi. Kütüphanesi olmayan küçücük bir köy bile hemen hemen yok gibiydi. Şehirler ve başkentler ise görülmemiş bir tarzda kitap alışverişiyle çalkanıyordu.
Bunlara karşılık 10. yüzyılın Avrupa’sında durum çok farklıydı. 984 yılında İtalya’da Po nehri yakınlarındaki Demuna şehrindeki bir katedralde 95 el yazması vardı. İspanya’da Katalonya’da bir katedralde 10 el yazması vardı. Bu sayı 961-965 yılları arasında ancak 65 oldu. Büyük manastır kütüphanelerinde 500 veya daha fazla kitap varsa, bu Avrupa’da dev kütüphane kabul ediliyordu. Bu dönemde Avrupa’daki kitapların toplamı 10.000’i bile zor buluyordu.
KÜTÜPHANELER NASIL İDİ
İlk kitaplar papirüs, parşömen ya da kavak kabukları üzerine yazılıyordu. 751 yılında kâğıt yapımı Çin’den Semerkand’a ulaşınca bir anda İslam dünyasına yayıldı. 794 yılına gelindiğinde, Bağdat’ta bir kâğıt fabrikası bulunuyordu. Ortaya çıkan kâğıt bolluğu, İslam dünyasında kitap fiyatlarını düşürmüş ve her İslam şehrinde ortaya çıkan sahaflar, canlı bir edebiyat kültürünün nüvesi halini almıştı. Böylece İslam kentlerinde kütüphaneler artmaya başladı. Büyük umumî kütüphanelerin yanı sıra hemen hemen okuma yazma bilen her insanın evinde kocaman kütüphaneler vardı.
Haydarabad, Delhi, Horasan, Semerkand, Buhara, Bağdat, Basra, Dımaşk, Trablus, Halep, İstanbul, Kahire, Kayravan, Timbuktu ve Kurtuba gibi İslam şehirlerinde Daru’l Hikme, Daru’l İlm, Beytu’l Hikme, Daru’l Kutup, Daru’l Ma’rife isimli onlarca umumî kütüphane bulunuyordu.
Umumî kütüphanelerin birçok odaları olurdu. Bu odaların kimi kitap okumak içindi, kimi ilmi münakaşa, sohbet ve mütalâa içindi. Kimi de mütercimlere, müstensihler ve mücellitlere ait idi. Herkesin ilgi sahasına göre bir sohbet grubu bulunurdu. Öğrenciler, araştırmacılar, ilim adamları ve ilgili çalışma grupları bu kütüphanelerde toplanırlardı.
Ayrıca kütüphanede ders çalışan insanların dinlendiği müzik salonları vardı. Yemekhane ve uzak yoldan gelen insanların kalabilecekleri yatakhaneler bile bulunuyordu. Odaların zemini mermer, yazın hasır paspaslarla, kışın ise keçe halılar ve yün minderlerle kaplı olurdu. Pencere ve kapılardaki perdeler, hem okuyucuları hem de kitapları yazın güneşten korurdu.
Kütüphaneye giren bir ziyaretçi kütüphaneciden, belli bir kitabı isteyebilir ya da kütüphane katalogunun kendisine getirilmesini talep edebilirdi. Kitap kopyalamak isteyen kimse, yere ya da bir minder üzerine oturup, sırtını duvara dayardı. Kitap, bağdaş kurduğu bacaklarının ya da önündeki küçük bir ahşap rahlenin üzerinde dururdu. Sol elinin avucunda, sağ elindeki kamış kalemle üzerine yazacağı kâğıtları tutardı. Okuyucular, kitapları yere koymamaları, mürekkebi dolu bir kalemi kopyaladığı veya notlar aldığı kitabın üzerine tutmamaları konusunda uyarılırdı. Ziyaretçi, işi bittiğinde kitabı kütüphaneciye geri verir, sonra da ya yeni bir kitap isterdi ya da kütüphaneden ayrılırdı.
Kütüphanelerde haftanın yedi günü yirmi dört saat üç vardiya hâlinde devamlı kitap çoğaltılıyordu. Bir okuyucu bir odada çoğaltılacak kitabı okur, yaklaşık 20 ile 30 yazıcı da bunu çoğaltırdı. Vardiya bittiğinde noktacı denen vazifeli, vardiyası biten yazıcıların kitaplarına yeni gelenlerin devamı için işaret koyardı. O dönemde üretimin güç oluşu sebebiyle, çok pahalı olan kâğıt, kalem ve mürekkep gelen okuyucu ve araştırmacılara ücretsiz olarak kütüphane vakıfları tarafından temin edilirdi.
Kütüphanelerin birçoğu, istinsahı ve çalışmayı kolaylaştırmanın, dini bir zorunluluk olduğunu düşünerek, kitap ödünç verirdi. Bazı kütüphaneler ödünç verme politikalarında son derece cömertti. Coğrafyacı Yakut el-Hamevi, 1228’de Merv şehrini ziyaret ettiğinden, orada halka açık on tane kütüphaneyle karşılaşmıştı. El Hamevi, bunlardan birinden, Damiriyye Kütüphanesi’nden bir seferde iki yüzden fazla kitap ödünç almıştı.
Bilinmelidir ki, el-Fihrist kitabının müellifi İbni Nedim ve Mu’cemu’l Buldan ile Mu’cemu’l Udeba kitaplarının müellifi Yakut el-Hamevi gibi pek çok kâğıt imalatçısı (varak), aynı zamanda kitap satıcısı ve edebiyatçıydılar.
EN İYİ DOST KİTAP
Ünlü Amerikalı tarihçi Will Durant, The Story of Civilization adlı kitabında Müslümanların kitaba ve kütüphaneye verdiği önemi şu örnekler anlatır: Buhara padişahının, sarayında kalması için kendisine teklifte bulunduğu meşhur bir doktor, kitaplarını taşıması için dört yüz deveye ihtiyacı olduğunu, dolayısıyla kitaplarını bırakıp gelemeyeceğini söyledi. Öte yandan ünlü tarihçi Vakıdî, vefat ettiğinde, arkasında, her birini en az iki kişinin taşıyabildiği ağırlıkta kitap dolu altı yüz sandık bıraktı.
Bu örneklerin ardından Durant, Müslümanların kitaplara olan sevgileri, aslında bilgiye olan bir sevgiydi. Zira onlar kitaplara olan sevgilerini şu şekilde ifade ediyorlardı: Yalnızlığımda kitaplar, eğlencem ve teselli kaynağımdır. Bahçedeki çiçekler, gözleri açıp bakışları eğlendirdiği gibi kitaplar, aklı berraklaştırır, zihni açar, kalbi diriltir, zekâyı güçlendirir, akıl ve kalpteki hazineleri gün yüzüne çıkarır, fayda verir faydalanmaz, verir almaz ve bıktırmadan lezzet verir Kitaplar, geçmiş zamanların hayatı, özü ve esasıdır. Kitaplar, insanın niçin yaşadığını, niçin çalıştığını ve niçin öldüğünü açıklar. Kısacası kitap, hayatın anlamıdır
Abbasi döneminin ünlü Arap şairlerinden el-Mütenebbi bir şiirinde şu cümlelere yer verir: Yeryüzünde, oturulacak en onurlu yer, bir atın sırtıdır. En iyi yol arkadaşı da, her zaman kitap olacaktır.
BATI İRFANI KEŞFEDİYOR
Avrupa’dan gelerek İslâm topraklarını ziyaret eden Hıristiyan din âlimleri İslâm dünyasının ilmi büyüklüğü karşısında şaşkına döndüler. 10 ve 11. asırlarda İslâm dünyasına göre geri kalmış olan Avrupa’da buna bir çözüm olarak 1104 yılında Papa’nın başkanlık ettiği Okümen Konsil’de, Gidin, Doğu dillerini öğrenin, bize karşı üstünlük sebeplerini araştırın, yazdıkları bütün kitapları dilimize çevirin kararı alındı.
Tanınmış Fransız ilim adamı Gustave Le Bon Arap Medeniyeti adlı kitabında, Keşke Müslümanlar, Fransa’yı işgal etse de Paris’te Endülüs gibi bir ilim ve medeniyet merkezi olsa! Çünkü orada, sokaktaki adam bile okuma yazma bilip şiirler okuyabilirken, Avrupa kralları, isimlerini yazmayı ve mührü nereye basacaklarını bilmiyorlardı demişti.
PEKİ, ŞİMDİ NE YAPACAĞIZ
Şu bir gerçek ki, günümüzde birçok alanda kendinden önce geçen ilim adamlarını aşacak seviyede ilim ve fikir adamları yetişmemekte. Bunu nedenini gelin hep beraber düşünelim ve çözüm üretelim. Bugün İslam dünyasının ve Müslümanların içinde bulunduğu durumu düşününce aklıma şu soru geliyor: Acaba, Kitap sahibi bir dinin müntesipleri olan bizler, kitapsızlaştırılıyor muyuz
Şimdi siz, bu sorumuzu düşüne durun biz de yazımızı yıllar önce yine aynı dertten yakınan millî şairimiz Mehmet Âkif”in şu veciz mısraları ile sonlandıralım:
Haydi göster bakayım şimdi de İbnü’r-Rüşd’ü
İbn-i Sinâ niye yok Nerde Gazâlî görelim
Hani Seyyid gibi, Râzî gibi üç beş âlim
En büyük fâzılınız; bunların âsârından,
Belki on şerhe bakıp, bir kuru mânâ çıkaran,
Yedi yüz yıllık eserlerle bu Dinin hâlâ,
İhtiyacını kaabil mi telafi, asla
Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhâmı
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı
Kuru dâvâ ile olmaz bu, fakat ilim ister;
O kudrette adam görmüyorum, sen göster.
Külbe-i ahzân’ında âh ü fizâr bir Simurg. Ehl-i hikmet muhibbi ve hakikat arayıcısı bir yolcu. Uluslararası ilişkiler, ilahiyat, dinler tarihi ve felsefe alanlarıyla iştigal eder, hududü’l...
DETAYLAR