BM’nin 29.11.1947 sayılı taksim kararı çıkmadan evvel Yahudiler Filistin arazisinin ancak yüzde 5,7′sine sahip olabilmişlerdi. Topraklarına geri kalanına Filistinli Araplar sahipti. 1947 yılında Filistinli nüfus 1 milyon civarında iken İngilizlerin ve Siyonistlerin örgütlerin Yahudi göçüne ve Nazi katliamına rağmen bölgede Yahudi nüfusu ancak 150 ila 200 bin arasında idi. Fakat bu rakamlar 5 ay içinde büyük bir oyunla yüzde yüz yer değişti. Bu değişimin hikâyesini yakından incelediğinizde hem emperyalist güçlerin güdümündeki BM’nin hem de Arap devletlerinin yaptığı ihanetin nasıl dayanılmaz olduğunu göreceksiniz…
Ünlü Filistin Müftüsü Hacı Emin el-Hüseyni’nin kardeşi Abdülkadir el-Hüseyni, Haganah, Stern ve İrgun adındaki Siyonist terör örgütlerine karşı büyük bir mücadelenin öncülüğünü çekiyordu. 1947 yılında BM taksim planını ilan ettiğinde Siyonist terör örgütleri Filistin genelinde toprakları ele geçirmek için büyük bir hazırlık yapınca El Hüseyni’nin liderliğini yaptığı “Mukaddes Cihad Gücü” tüm Filistin topraklarında bu terör örgütlerinin önüne set çekti. Ölüm kalım savaşı veren Filistinli mücahitler, çok kısa bir zamanda Filistin’in topraklarının tümünde yönetimi ele geçirdi. Yine bu ağır darbelerin tesiriyledir ki, İngilizler yeniden bildik “Barış Siyaseti Oyununu” uygulamaya soktu. İngiltere Dışişleri Bakanlığı Mısır, Suriye ve Irak hükümetleri nezdinde ehven-i şer, Arap ordularının Filistin’e sevkini hem teşvik ve hem de istirham etme zaruretinde kaldı.
İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın bu teşviki üzerine Kahire’de toplanan Arap Devlet Başkanları, Dışişleri Bakanları ve Genelkurmay başkanları düşünüp danışmadan derhal Filistin’e müdahaleye karar verdi. Bu müdahaleye tek karşı çıkan Suudi Arabistan Kralı Abdülaziz es-Suud oldu. İngiliz Dışişleri Bakanlığı’nın bu tertibine hukuki bir dayanak olsun diye, Arap devletleri genelkurmay başkanlarına da müşterek bir rapor yazdırdı. Bu rapora göre Yahudilerin hazırlanmış savaş kuvvetlerine karşı Filistinlilerin kendi başlarına mukavemet edemeyeceklerine göre, Arap ordularının işe müdahale etmeleri zarureti ileri sürülüyordu. Hâlbuki Filistin halkı kendi imkânlarıyla kurmuş oldukları “Mukaddes Cihad Gücü”nün tecrübeli ilk hamlelerine karşı İngiliz ve Amerikan desteğine rağmen Yahudi güçlerinin çökmeye başladığını bizim sağır Arap liderlerden başka duymayan kalmamıştı.
Filistin halkının savaş kudretini takdir edemeyen ve İngilizlerin kendilerine kurdukların oyunun sonuçlarını idrakten aciz olan Arap liderleri en nihayet ordularını Filistin’e tahrike karar verdi. Bu arada, Ürdün Emiri Şerif Abdullah da Arap ordularına başkumandan olarak seçildi. Başta Ürdün lejyonu olmak üzere dört Arap birliği ayrı ayrı ilerlemeye başladı. En kuzeyde Suriye müfrezeleri Taberiye istikâmetinde harekete geçti. Onu Irak müfrezeleri iki kol halinde takip etti. Mısır müfrezeleri ise güneyde Han-Yunus’dan hareketle bir kol sahil boyu, Gazze istikâmetine Sedut, Süveydan ve Habrin’e çatallama olarak sokuluyor, bir kol da doğrudan Bir-Sabik’te Halilurrahman’a doğru yol alıyordu.
Ürdün lejyonu ise Kudüs ve ona hem civar Filistinli mücahitler tarafından kendilerine dayanak yaptıkları stratejik yaylalara Yahudilerden fazla Filistin mücahitlerini kovalamak üzere yayılmaya başladıkları görülüyordu. Tam bu sırada Arap orduları başkumandanı sıfatıyla Ürdün Kralı Şerif Abdullah tarafından çok garip bir resmi emir beyan edildi. Bu emre göre Filistin mücadelesinin can damarı olan “Mukaddes Cihad Gücü” merkezi de ona bağlı askeri teşkilatın fesh ve ilgâ olduğu ilan ediliyordu. Yine bu emirnâme Filistin mücahitlerinin silahtan tecridi talep edildiği gibi Filistin davasının ana merkezi olan Filistin Yüksek Heyeti’nin temsil salâhiyetinin tamamen ilga olduğu belirtiliyordu. Ürdün lejyonunun takındığı bu hâsımâne tavırla, Şerif Abdullah’ın yayınladığı bu manasız açıklama Filistin davasın tevcih edilmiş açık bir saldırıydı. Demek ki, kurtarıcılık şiarıyla Filistin’e koşan bu Arap kuvvetleri hakiki vazifeleri Yahudiler’e karşı şahlanan Filistin mücahid kadrosuyla Müslüman Filistin halkının mukavemet ve kudretini yıkmaktı. Başka türlü Filistin davası böyle aptalcasına birkaç hafta içinde parlak bir zaferden kahkari bir hezimete çevrilemezdi.
Bu gibi hâinâne bir tertibi önlemek için zavallı Filistinlilerde ne tâkat, ne de imkân kalmıştı. Çünkü onları idare eden kahraman kumandanlar, Arap kardeşlerinin kendilerine revâ gördükleri zillete fazla muhatap olmamak ve sevdikleri yurtları hesabına hazırlanmakta olan korkunç âkıbeti hayatta kalıp görmemek için bile bile ölmeyi ve o mukaddes toprakların altında yatmayı tercih etti. Gerilla taktiğinin uygulandığı savaşta her biri ayrı bir üstad olan yüzlerce kahraman, başta Abdülkadir el-Hüseyni olmak üzere göğüslerini Yahudi kurşunlarına açarak bile bile ölüme atıldı. Filistin müftüsü Hacı Emin el-Hüseyni’nin Mısır’da tutuklanışı, mücahitlerin tekrar silahtan tecridi ve bu kahraman kumandanların seri halinde şehadeti Filistin Müslümanlarını tama manasıyla şuurdan mahrum hâle soktu. Çobansız kalmış koyun sürüsü gibi ne yapacaklarını bilemiyorlardı.
Dört Arap Devletine ilaveten hiçbir şey yapmadan savaşa katılan Lübnan’ı da sayarsak, beş Arap Devleti Filistin halkının isteklerine bakmadan ve bu davanın arzedeceği müşkilâtı ölçüp tartmadan, bir gövde gösterisi yapmak pahasına ülkenin gücünü ezmeleri ve bir gaasıp edasıyla Filistin topraklarını çiğnedikten sonra sahayı Siyonistlere bırakıp sefil ve zelil bir şekilde çekilip gitmeleri Araplık hesabına irtikap edilmiş, bir garabettir. Bu garabeti daha basit bir ifade ile şöyle tesbit etmek mümkündür: Arap orduları Filistin’e girerken Filistin’in yüzde 80’ni mücahitlerin kontrolü altında idi. Arap orduları Filistin’i bırakıp giderken, Ürdün lejyonunun Ürdün’e ilhak etmek üzere tasarrufa geçirdiği kısımlarla, Mısırlıların havzasında kalan Gazze mıntıkası ki, toptan Filistin’in yüzde yirmi beşi demekti. Bu kısımlar hariç, Filistin’in yüzde yetmiş beşi resmen İsrail kontrolüne girmiş oldu. Bundan güç alan Yahudi örgütleri Filistin köylerini bastı. 9 Nisan 1948’de “Deir Yasin” köyünün mutlu topluluğuna saldıran Siyonist örgütler, kadın, erkek, çoluk çocuk ne kadar masum insan varsa hepsini câniyâne ve vahşiyâne bir şekilde öldürdü. Bu vahşi saldırının benzeri diğer Filistin köylerin de tekrarlandı.
Buna ilaveten, silahtan tecrit olunmuş, müdafaa cihazları öz kardeşleri tarafından alt-üst ettirilmiş bedbaht bir varlığa karşı tertiplenen Yahudilere has bu sadizimden kendine hisse çıkarmaya hevesli İngilizler, Filistin’in Müslüman halkını bir an evvel Filistin’den tecrid için, konvoy halinde nakliye gemilerini, Filistin’deki limanların iskelelerine getirip dayadı. Sözde Filistinlileri Siyonistlerin katliamlarından kurtarmaya çalışıyorlardı. Anlaşılan bu defa Anglosaksonlara has bir cibilliyetsizliğin şaheser bir tezahürüdür… Durum hakikaten korkunçtu. Paniğe kapılan halk şaşırmış ne yapacağını bilmiyordu. Böyle bir anda İngiliz gemilerinin iskelelere yanaşması halk nazarında son bir kurtuluş vesilesi intibaını meydana getirdi. Artık bu insanlar, mal ve mülklerini bırakıp şuursuz sürüler halinde gemilere saldırıyorlardı. Tıklı tıklım hümûle alan bu gemilerin bir kısmı Lübnan’a bir kısmı da Gazze’ye gidip yüklerini gelişgüzel karaya atıyorlardı. Bu suretle bir hafta zarfında Filistin’in batı sahil bölgelerinden dörtyüz bin küsur Filistinli, beklenmedik bir heyamolayla öz vatanlarından uzaklaştırılmış oldu.
Arap ülkelerindeki siyasi durumu ise boş yaygaralarla halkı avlamak ve İngilizlerle Amerikalıları kızdırmamak için Yahudiler Fazla sıkıştırmamaktı. Bundan dolayı Arap liderler, Hacı Emin el-Hüseyni ile bir türlü anlaşamıyorlardı. Yahudilerin teşvikiyle Amerika fırsat elden kaçmasın diye Ortadoğu işlerine siyasi ve iktisadi müdahaleye karar verdi. Bu müdahalenin dayanak noktasını şüphesiz İsrail teşkil ediyordu.
1948’de Filistin toprakları üzerinde İsrail Devleti’nin kurulmasından sonra 1 Aralık 1948 tarihinde Gazze’de toplanan I. Filistin Halk Meclisi’ne başkanlık eden Emin el-Hüseyni, işgal altındaki toprakların kurtarılması ve Yahudilere karşı mücadelenin yürütülmesi amacıyla Genel Filistin hükümetinin kurulduğunu ilan etti. Merkezi Kahire’de bulunan bu hükümetin faaliyetleri kısa bir süre sonra Mısır hükümeti tarafından engellendi.
Emin el-Hüseyni, 1951’de kırk beş İslâm ülkesinin katılmasıyla Pakistan’ın liman şehri Karaçi’de toplanan Dünya İslâm Kongresi’ne başkan seçildi. 1955 yılında Endonezya’da toplanan Bandung Konferansı’na başkanlık ettiği bir heyetle Filistin adına katıldı. Kahire’den sonra faaliyet merkezini 1959’da Beyrut’a taşıyan Emin el-Hüseyni siyasi çalışmalarını burada sürdürdü. 1962 yılı Mayısında otuz yedi İslâm ülkesinin iştirakiyle Bağdat’ta toplanan Dünya İslâm Kongresi’ne başkanlık etti. Yine aynı yıl Mekke’de kurulan “Râbutatü’l Âlemi’l İslâmi” teşkilâtına kurucu üye olarak katıldı. 1967’de otuz yıldan beri ayrı kaldığı Kudüs’e döndü. İsrail ile doğrudan görüşmelerin uygun olmayacağını, bu toprakların Filistin’e ait olduğunu ve geri alınması için gerekirse harp edilmesi fikrini hayatı boyunca taşıdı. 4 Temmuz 1974 tarihinde Beyrut’ta vefat etti.
Külbe-i ahzân’ında âh ü fizâr bir Simurg. Ehl-i hikmet muhibbi ve hakikat arayıcısı bir yolcu. Uluslararası ilişkiler, ilahiyat, dinler tarihi ve felsefe alanlarıyla iştigal eder, hududü’l...
DETAYLAR