Londra saldırılarının akabinde yine Pakistan’daki medreseler gündeme geldi. 7 Temmuz olaylarının failleri arasında Pakistanlıların bulunması, 11 Eylül saldırıları sonrası dünya gündemine giren Pakistan medreselerini yine tartışmaların odağına taşıdı. Londra’daki saldırının faillerinden birinin Lahor’daki Diyobendi medresesi ekolüne bağlı ?Eşrefiye Medresesi?nde iki ay kaldığı bildirildi. Pakistanlı gencin 8 yıllık bir eğitim sürecine sahip olan ?Eşrefiye Medresesi?ne niçin gittiği, Kur’an-ı Kerim’i öğrenmek mi ya da birini ziyaret için mi, onu bilemiyoruz. Fakat, bazı Batı medyasının veya bizdeki kopyacılarının iddia ettiğinin aksine bu medreselerde hiçbir zaman silahlı eğitim verilmediğini herkes çok iyi biliyor.
Pakistan’ı tanımayan, Pakistan’ın Hindistan kopuş nedenini bilmeyenler, Batılıların Pakistan medreseleri hakkında ortaya attıkları tüm karalamalara çok rahatlıkla kanabilirler. Böylece Pakistan’daki medreselerin terörü beslediği ve Vahabi-Selefi doktrinini yaydığı iddiasında da bulunabilirler. Peki öyle mi hakikaten? Bu konudaki takdiri Pakistan’ı çok iyi bilen biri olarak aktaracağım bilgiler ışığında sizin takdirinize bırakacağım. Pakistan medreseleri mevzusuna girmeden önce isterseniz kısaca ?Medrese?nin tanımı ve İslâm tarihindeki yerine de değinelim.
Medreselerin İslâm tarihindeki yeri
Medrese kelimesi Arapça bir kelimedir. Okumak, öğrenmek, okutmak, öğretmek manasına gelen ?De-re-se? kelimesinden türemiştir. Kadim dönemlerde okul, üniversite ve kolej manasında kullanılan medrese sözcüğü Farsça, Malayca, Türkçe, Sivahilice gibi birçok Müslüman toplulukların diline geçmiş ve tüm okullar için kullanılmıştır. Osmanlı döneminde de uzun dönemler mekteb ile birlikte okul karşılığında kullanılan medrese sözcüğü II. Mahmut, döneminde kurulan ibtidai, Rüşdiye, İ’dadi gibi okulların ardından sadece dini derslerin verildiği bir mekân manasına hasredilmiştir. Fakat Cumhuriyetin kuruluşunun ardından bile okul yerine mekteb kullanımı epey devam etmiştir.
Medrese sözcüğü okul, üniversite ve kolej manasında kullanışının arkaplanı çok eskilere daha doğrusu Emevilere kadar dayanmaktadır. Mısır’da el-Ezher, Bağdat’ta Nizamu’l Mülk, Tunus’ta Zeytune, Fas’ta Kayravan, Endülüs’te Kurtuba, Orta Asya’da Buhara ve Semerkant adıyla kurulan medreselerin yanı sıra İslâmın intişar ettiği her yerde ilk önce camiler ve medreseler inşa edilmiştir. Ve bu medreselerden, İmam-ı Gazaliler, İbn Rüşdler, İbn Hazmlar, Farabiler, İbn-i Sinalar, Ebu Hanifeler, İmam-ı Şafiler, Biruniler, İbn-i Batutalar yetişmiştir.
Fakat, 18. yüzyılın sonuna gelindiğinde medreseler ifa etmiş oldukları görevi yeterli düzeyde yerine getirmez oldular. Böylece yavaş yavaş kaybolmaya doğru yüz tuttular. Bugün hemen hemen tüm İslâm dünyasında medreseler varlıkları sürdürüyor olsalar bile, ciddi manada maalesef ilim adamı yetiştiremiyorlar. Tabi bazı medreselerin hâlâ iyi diyebileceğimiz anlamda dersler verip, alimler yetiştirdiğini de inkar edilemez.
Bu kısa girişin ardından şimdi Pakistan medreselerini masaya yatırabiliriz.
Pakistan Medreselerinin Kökeni
Hint alt kıtasındaki medreselerin tarihi de Emeviler döneminde İslâm’ın bölgeye girmesine kadar gitmektedir. Fakat, bugün batılıların dillerine pelesenk ettikleri Darul’u-Ulum Diyobend ve Brelvi/Barelvi medreselerinin tarihi ise 1800’lü yılların ortalarına dayanmaktadır. Her iki medrese -daha sonra bölgenin en etkin iki ekolü haline gelmişlerdir- İngiliz sömürgeciliğine karşı Hint alt kıtasındaki insanlara İslâm’ı ilimleri anlatmak için kurulmuşlardır. Osmanlı devletinden de büyük destek gören bu medreseler, batılıların iddia ettiği gibi Vahhabi-Selefi düşünce ile hiçbir bağlantısı yoktur. Bilakis koyu bir Hanefi mezhebi taassubuna sahip olan bu ekoller aynı zaman bazı araştırmacılar tarafından tasavvuf ekolü olarak da kabul edilmektedirler.
Brelvi Tarikatı ve Cihad
Brelvi mezhebi/tarikatı 1920’lerde Seyyid Ahmed Brelvi(1876-1831) tarafından kuruldu. Kısa zamanda Hint alt kıtasında dal budak saldı. Brelvilerde tarikat unsurları kendini daha çok gösterir. Bu tarikat içinde hurafeler çok yaygındır. Mezarlara bez, çaput bağlama, yılda bir kez şeyhlerinin mezarlarında bir hafta süren festival düzenleme ve zikir esnasında bir yerin Hz. Peygamber için boş bırakılması. Brelviler zikir esnasında Hz. Peygamberin boş yere oturduğuna inanırlar. Buna benzer daha birçok hurafe inanca sahip Brelvi medreseleri, her nedense terör yuvaları olarak isimlendirilmektedirler. Pakistan uleması, bu ekolün ilk oluşumunda bu tür hurafelere sahip olmadığını fakat daha sonra bu tarikat içinde bu tür unsurların yayıldığını vurguluyorlar. Bugün Amerikalıların ya da İngilizlerin Brelvilere olan düşmanlıklarının kökeni tarihi olabilir diye düşünüyorum. Çünkü, Hindistan İngilizlerin sömürgesi altında iken, Brelviler hem Hindistan’da hem de Afganistan’da birçok kez İngilizlere karşı ayaklanmışlar ve cihad hareketlerine iştirak etmişlerdi. Ancak ne acıdır ki, geçmişte İngilizlere karşı ayaklanan Brelviler, Afganistan’ın Ruslarlar cihadı esnasında Afganlıları ciddi manada bir destek vermediler. Bilakis cihada karşı bile çıkıyorlardı. Hatta bazı araştırmacıları Brelvilerin bugün artık cihadın nesh edildiğini ve buna gerek olmadığını medreselerinde okuttuğunu yazmaktadırlar.
Daru’l-Ulum Diyobend Ekolü
Hind alt kıtasının İngiliz hakimiyeti yıllarında teşekküle eden en büyük ve köklü ekol, Diobendi ekolüdür. Diyobendilerin bugün Pakistan başta olmak üzere, Hindistan, Afganistan, Bangladeş, Keşmir ve Güney Afrika’da çok büyük etkinlikleri bulunmaktadır. Diyobend medresesi 30 Mayıs 1866 tarihinde Muhammed Kasım Nanevtevi (1832-1880), Reşid Ahmed Gangohi’nin (1825-1905) öncülüğünde bir grup alim tarafından Delhi’ye 90 mil uzaklıktaki Diobend kasabasında Çatta mescidinde kuruldu. İngilizlerin siyasi bir oluşuma ve kuruluşa izin vermedikleri bir dönemde kurulan medrese aradan uzun bir zaman geçmeden bütün bölümleri olan mütakamil bir Daru’l-Ulum (üniversite) şeklini aldı. İlk olarak Çatta mescidinde faaliyet gösteren Diyobend medresesi eğitim programını tatbikteki ciddiyeti ve Hind alt kıtasındaki çeşitli eğilimleri belli ölçüde içinde barındırması sebebiyle büyük ilgi uyandırdı ve zamanla mevcut şartları içerisinde talepleri karşılayamaz oldu. Darululum Diyobend 230 dershanesi, 400 kadar odası, 8 öğrenci yurdu ve büyük bir kütüphanesi olan bir üniversite haline geldi. Nanevtevi’nin 48 gibi erken bir yaşta vefatı sevenlerini üzdüğü gibi medrese için de büyük bir kayıp oldu. Daru’l-Ulum’un idaresi ondan sonra Reşid Ahmed Gangohi’ye geçti. 1905 yılında onunda vefatıyla medresenin ilk talebi olup on beş yıldır baş müderris bulunan Mahmud Hasan (1851-1920)’ın idaresine geçti. Mahmud Hasan’ın zamanında Darululum’un maddi gelişimine paralel olarak eğitim kalitesi de yükseldi. Kısa zamanda şöhreti tüm islam aleminde duyulan medreseye başta Afganistan, Türkistan, Orta Asya ve Uzak Doğu olmak üzere pek çok yerden talebe geldi. Mahmud Hasan’ın attığı önemli adımlardan birisi de medrese ile mektebi barıştırmak maksadıyla modern eğitimi temsil eden Aligarh koleji ile hoca ve talebe değişimi anlaşması yapmak oldu. Böylece Aligarh’taki dini eksikliğini Diyobend, Diyoben’deki müsbet ilim ve ingilizce dili eksikliğini de Aligarh karşılayacaktır. Hindistan’da hizmetler sebebiyle Mahmud Hasan’a ‘Şeyhu’l-Hind’ ünvanı verilmiş ve 1919’dan sonra adıyla birlikte bu ünvanı ile anılır olmuştur.
Daru’l-Ulum’un Osmanlı ile bağları
Darülulum Diyobend Osmanlı devletine yönelik başlatılan Traplusgarp (1911-1912) ve Balkan (1912-1913) savaşlarının yarattığı infial sebebiyle Hindistan’da ingilizlere karşı başlatılan Hilafet Hareketine katıldı. Hareketin içinde çok aktif olarak yer alan Diyobend uleması, bu yoldaki mücadelesi İngiliz hakimiyeti sona erip, Pakistan kuruluncaya değin sürdü. Hilafet hareketi, Türkiye’nin yüzyılın başlarında zor durumda olduğu bir dönemde, Hind alt kıtasında yaşamış insanlardan maddi anlamda büyük meblağda bir yardım toplayarak Halide Edip Adıvar aracılığıyla Türkiye’ye gönderdiler. Hala bile ileri gelen Diyobendi uleması Halide Edip Adıvar’ı anıp dururlar. Diyobendiler, Osmanli devleti’ni ilgilendiren milletlerarası her meselede daima Osmanlı devletin tarafını tutmuşlardır. Başbakanlık Osmanlı arşivi’ndeki belgeler, özellikle Sultan II. Abdülhamid devrinde aradaki ilişkilerin çok iyi olduğunu göstermektedir. Mesela bizzat Abdülhamid’in emriyle Daru’l-uUlum’a İstanbul’dan Arapça ve Farsça yüzlerce el yazması kitap gönderilmiştir.
Medreseler ve Pakistan’ın Doğuşu
Pakistan’daki resmi okullarda ilk, orta, lise ve üniversitelerde okutulan ‘Pakistan Studies’ adlı kitaplarda, medreselerin Pakistan’ın kuruluşunda oynadığı role büyük yer ayrılır ve medreseler Pakistan’ın Hinduizme karşı varoluş merkezleri olarak tanımlanırlar. Pakistan devleti kurulmadan önce, darülulum uleması arasında büyük tartışmalar yaşanır, tartışmalar sonunda hareketi ikiye böler. Diyobendi ulemasından bir bölümü Hind alt kıtasının ikiye bölünerek Pakistan adıyla bir devlet kurulmasına karşı iken, diğer bir kısmıda Pakistan devletinin kurulmasından yana idi. Pakistan’ın kurulmasından yana olanlar Cemiyet-i Ulemadan ayrılıp, 1945 yılında Cemiyet-i Ulema-i İslami’yi kurdular. Bu hareketin başına Şebbir Ahmed el-Osmani geçirildi. Hindistan tarafından kalan Diyobendi Haketine Cemiyet-i Ulema-i Hind, Pakistan’daki harekete ise Cemiyet-i Ulema-i İslam Pakistan adı verildi. 14 Ağustos 1947’de Pakistan’ın kuruluşundan sonra Osmani Pakistan parlamentosuna seçildi. 1948 yılında hareketi tekrar tanzim eden Osmani, yapılan bir seçimle tekrar hareketin başına getirildi. Pakistan’ın kurulmasıyla daha rahat bir teşkilatlanma imkanına kavuşan Diyobendi ekolü mensupları Pakistan’ın her bir tarafında medrese ve Darululum açmaya başladılar. Bu medreseler ve darülulumların bugün onbini bulduğu belirtiliyor. Cemiyet-i Ulema-i İslami’nin kurucusu olan Osmani, 1885 yılında doğdu ve uzun yıllar Şeyh-ul Hind’den dersler alıp, onun en iyi öğrencileri arasında girdi. Osmani’nin soyunun Hz. Osman (r.a)’ya dayandığı belirtiliyor. 1949 yılında Karaçi’de vefat eden Osmani, İlim ve davetle uğraşmış, geride bir çok eser bırakmıştır. Tefsir-i Osmani, Sahih-i Müslim şerhi Feth-ül Mülhem, İ’cazul Kur’an ve kelam ilmi gibi bir çok değerli eserler ortaya koymuştur. Diyobendiler Pakistan’ın kuruluşundan bu yana siyasetle de ilgilenmekte iseler de siyasi sahada çok etkili oldukları söylenemez. Bu ekol mensupları tarafından kurulan ve Mevlana Fazlurrahman el-peştuni’nin liderliğini yaptığı Cemiye-i Ulema-i İslam pakistan girdiği seçimlerde ancak bir kaç milletvekilinden fazla milletvekili çıkaramamaktadır. Fazlurrahman bir çok defalar Benazir Butto ile ittifak kurmuştur.
Daru’l-Ulum’un Düşünce Yapısı
Daru’l-Ulum Diyobend’den veya şubelerinden mezun olanlara Diyobendi denilmektedir. İslami ilimlerin bütün branşlarıyla ilgilenen Diyobendiler. Hadis ve Fıkıh sahasında olduğu gibi Kur’an ve tefsir sahasında da kayda değer eserler ortaya koymuşlardır. Daru’l-Ulum’un Arapça ve Farsça birçok yazma eserin bulunduğu yaklaşık 67 bin ciltlik bir kütüphanesi vardır. Diyobend Daru’l-Ulum’un da ders programı olarak molla Nizameddin’in (ö. 1748) düzenlediği ‘ders-i Nizami) bazı değişikliklerle uygulanmıştır. Diyobendiler Delhi geleneğinden, özellikle Şah Veliyyullah ed-Dihlevi ve Seyyid Ahmed Şehid’den çok etkilenmişlerdir. Diyobendi ekolü kendisini amelen Ehl-i Sünnet Hanefi, itikaden Eş’ari ve maturidi, meşreben Sufi (ağırlıklı olarak Çişti), fikren Veliyyullahi ve Usulen Kasımi olarak takdim etmiştir. Diyobendilerin içinde bazı ileri gelenleri Hanefi mezhebini taklitte çok aşırı gitmiş ve taklide ve mezhebcilik üzerine kitaplarının bir kısmı Türkiye’de İhlas yayıncılık tarafından basılıp dağıtılmaktadır. Diyobend ulamasından bazıları Mevdudi’yi, Seyyid Kutup’u ve İbn-i Teymiyye vb. mezhebsizlik ve modernistlikle itham edip tekfir ettikleri de olmuştur. Tasavvufun bütün kural ve kaideleri bu ekol mensupları tarafından uygulanıyor. 1892 yılından itibaren ilmi tedrise ilaveten bir de Darü’l-İfta (müftülük) ihdas edilmiştir. Müftülük, Daru’l-Ulum alimlerinin verdiği fetvaları kontrol eden ve halkın karşılaştığı dini problemlerin çözümüne yardımcı olan makamdır, verilen fetvalar bir araya toplanarak Fetava-yı Daru’l-Ulum-i Diyobend adıyla yayımlanmıştır. Diyobendiler süreli yayınlara çok önem vermiş ve 1980 yılına kadar Urduca, Arapça ve İngilizce dillerinde yüz otuzdan fazla dergi ve gazete neşretmişlerdir. Son olarak belirtmek gerekirse gerekirse, Diyobendi ekolüne mensup alimler bazı küçük ve mevzi aşarılıkları bir tarafa bırakılırsa Hind alt kıtasında itidali temsil etmiş, dini ilimler tasavvuf, siyayet, eğitim ve basın sahalarında çok başarılı hizmet vermiş bir gruptur.
Pakistan Medreselerinin Bugünkü Konumu
Pakistan’daki medreseleri anlamak için öncelikle şunu çok iyi bilmemiz gerekiyor. Birincisi küçük yaştaki çocuklar elif-ba yani Kur’an-ı Kerim öğretilen yerlere ve bir de Pakistan’ın hükümetinin resmi okul kuramadığı yerlerde camilerin yanın başındaki odalarda kurduğu okullara da medrese denilmektedir. Birincilerine ?Kur’an Okulu? ikincilerine de ?Cami İlk Okulu? adı verilmektedir. ?Cami İlk Okulları?nda yerel cami imamları, dini derslerin yanı sıra çocuklara Urduca, matematik, coğrafya, fen ve hayat bilgisi dersleri vermektedir. Pakistan’da bugün resmi rakamlara göre sayıları 25 bin olduğu bildirilmektedir. Bunların yanı sıra üst yaştaki gençlere tefsir, hadis, mantık, kelam, fıkıh ve hafızlık derslerinin verildiği yani bizim Türkiye’de kullandığımız anlamda Pakistan’da bulunan medreselerin sayısı ise 5’in aşmaktadır. Pakistan Eğitim Bakanlığı’nın 2002 verilerine göre, Pakistan’ın Pencap eyaletinde 3155 medrese, Serhad (NWFP) eyaletinde 1776 medrese, Sind eyaletinde 905 medrese ve Belucistan eyaletinde ise 692 medrese bulunmaktadır. Pakistan’daki medreseler şu ekollere aittir: Diyobendi, Brelvi, Ehl-i Hadis, Selefi ve Şia. Bu medreselerin yüzde 80’inin Diyobendi ve Brelvi ekollerine ait olduğu belirtilmektedir.
International Crisis Group (ICG)’un 2002 yılında hazırlamış olduğu ?Pakistan: Madrassas, Extremism and the Military? adlı raporda Pakistan’da 1995 yılında medreselerin sayısı 3.906 olarak verilirken, bunun 2000 yılında 7 bine ulaştığı kaydedilmektedir. Yine bu rapora göre bugün Pakistan’da 10 binin üzerinde medrese olduğu vurgulanmaktadır. Bazı Batı basın-yayın organların ise daha ileri giderek bunların sayısının 30 bin olduğunu ileri sürmektedirler. ICG’nin raporuna göre bu medreselerde 1.2 milyon öğrenci öğrenim görmektedir. Bu arada, Pakistan’ın nüfusunun 130 milyon olduğunu da unutmayalım. Hakikaten ne de çok öğrenci var dimi. Tabi bunlar medrese derken, yukarıda zikrettiğimiz Pakistan’daki tüm medreseleri bu tanım içine sokmaktadırlar.
Medreselerde Okutulan Dersler
Burada özellikle etrafında tartışmaların yoğun olduğu Diyobendi medreselerinin eğitim müfredatlarına da kısaca bir göz atalım. Eğitim ve öğretimini 8 yıl sürdüğü bu medreselerde yıllara göre okutulan dersler şunlar:
Birinci Yıl: Siyer, Sarf, Nahiv, Arapça Metinler, Tecvid, Kelam.
İkinci Yıl: Sarf, Nahiv, Arapça Metinler, Fıkıh, Mantık, Tecvid, Farsça.
Üçüncü Yıl: Kur’an ezberi, Fıkıh, Nahiv, Arapça Metinler, Hadis, Tecvid, Hulefa-i Raşidinin Hayatı ve Pakistan Tarihi.
Dördüncü Yıl: Kur’an ezberi, Fıkıh, Fıkıh Usulü, Belağat, Hadis, Mantık, Kelam, Modern İlimler, Arap Yarım Adası’nın Tarihi.
Beşinci Yıl: Kur’an ezberi, Fıkıh, Fıkıh Usulü, Belağat, Akaid (Maturidi Akidesi), Mantık, Arapça ve Farça Metinler, Hindistan’da İslam’ın Tarihi.
Altıncı Yıl: Kur’an Tefsiri, Fıkıh, Tefsir ve Fıkıh Usulü, Arapça ve Farsça Metinler, Hadis kitaplarına giriş.
Yedinci Yıl: Hadis, Fıkıh, Akaid, Miras Hukuku, Aile Hukuku, Urduca okumalar.
Sekizinci Yıl: 10 Hadis kitabı farklı hocaların gözetiminde hızlandırılmış bir şekilde bir yıl içinde okunup bitirilir.
‘Ders-e Nizami’ olarak isimlendirilen bu sistem Hint alt kıtasında iki yüzyıldır uygulanmaktadır. Farsça geçmişte bu kıtada Müslümanların kullandığı bir dil olmasından dolayı medreselerde Farsça da öğretilir. Farsça öğretilirken özellikle, Sadi’nin Bostan ve Gülistan’ı ile birlikte Mevlana’nın Mesnevisi gençlere dilerini güzelleştirmeleri için ezberletilir.
11 Eylül olaylarının ardından Amerikan yönetimi, Pakistan’a ülkedeki medreselerin ders sistemini değiştirmesi için baskı yapmış ve bunun için büyük bir meblağ takdim etmişti. Pakistan hükümeti de medreselerde Fizik, Kimya, Biyoloji, İngilizce ve Bilgisayar öğrenimini zorunlu hale getirdi. Bu dersler adım adım Hemen hemen tüm medreselerde zorunlu ders haline getirilmek üzere.
Pakistan’da Silahlı Eğitim Veren Medreseler!?
Pakistan’da medreselerin tarihine kısa bir göz attıktan sonra, şimdi bunca bilginin üzerine Pakistan’da silahlı eğitim verildiği söylenen medreseler bahsine gelelim. Peki, hakikaten Pakistan’da silahlı eğitim veren medreseler var mı?
80’li yılların ortalarında Ziyaü’l Hak döneminde Pakistan’da yüzlerce medrese kuruldu. Bu medreselerin çoğu Afgan mülteci çocuklarına yönelikti. Bu medreselerin çoğu Pakistan’ın Peşaver ve Pakistan-Afganistan sınırlarında inşa edildi. Bu medreselerin finansmanını, Pakistan yönetimi ile birlikte CIA, Suudi Arabistan ve Körfez Ülkeleri yaptı. Bu medreselerde ders veren hocalar, Diyonbendi medreselerinden ve Arap ülkelerinden getirilen hocalar aracılığıyla verildi. Dersler yine Hanefi mezhebine göre veriliyordu. Birkaç selefi okulu hariç. Çünkü Afganlılar genelde vahhabileri sevmezler. Bu medreselerde hızlandırılmış eğitim veriliyordu. İki yıl ya da dört yıllık bir süre içerisine tüm İslami ilimler sıkıştırılıyordu. Burada okuyan öğrencilerin çoğunu Mülteci Afgan çocukları oluşturuyordu. Pakistanlı çok az öğrenci eğitim alıyordu buralarda. Bir de cihad için Afganistan’a gidenler Arapça öğrenmek için bu medreseleri kullanıyordu. Bu medreelerde okuyan gençler yazları Afganistan’a cihada gider. Öğrenim döneminde ise medreseye dönerlerdi. Bu okullarda dahi silahlı eğitim verilmezdi. Silahlı eğitim almak isteyenler Afganistan içlerine girer orada, Şah Ahmet Mesud, Gulbettin Hikmetyar, Burhanettin Rabbani, Sayyaf, Müceddidi veya Arap savaşçılardan silahlı eğitim alırlardı. Bu silahlı eğitim kamplarının hemen hepsinde Pakistan istihbaratına ya da başka istihbaratlara bağlı şahıslar bulunurdu. Bunlar gelen geçen herkesin şeceresini çıkarırlardı. Gerekli yerlere bildirirlerdi. Afgan cihadının sona ermesinin ardından Pakistan özellikle 1996-7 yılından itibaren bu medreselerin yüzde 95’ini kapattı. Kalan medreselerde ise sadece Afganlı mollalar, Pakistan hâlâ varlığını sürdüren fakir Afganlı öğrencilere sadece dini dersler vermektedirler. Taliban hareketinin doğuşu ise ayrı bir mevzu daha doğrusu siyasi. Taliban Hareketi Diyobend medresesinde doğdu. Bunun cevabı ise Afganistan’da komşu ülkeler ile birlikte süper güçlerin yıllardır sürdürdükleri hegemonya savaşında bulabiliriz. Konuyu daha fazla uzatıp sizi yormak istemem.
Sonuç ya da Hatime
Sadece Pakistan değil tüm İslam dünyasındaki medreselerin reformize edilmesi ve yeniden bu medreselerden İbn Rüştlerin, Ebu Hanifelerin, İbn Sinaların, Farabilerin, İmam-ı Şafilerin, İbn Hazmların çıkmasını sağlamalıyız. Bu konudaki çalışmaların üç asırdır devam ettiğini biliyoruz. Hindistanlı İslam alimi Şibli Numani’nin başlattığı ve kadim medrese ile modern eğitim sistemini mezceden medresinin iyi bir örnek olduğunu fakat bunun daha da geliştirilmesinden yanayız. Artık medreselerden mezun olanlar Batı Felsefesini ve fiziğini onlardan daha iyi tedkik edip, bu konular üzerinde yorum yapabilir hale gelmelidirler. Bu imkansız değil. Ancak bu çalışmalar hiçbir zaman ABD’nin başlattığı reform ile karıştırılmamalı ve bu konuda onlardan hatta İslam ülkelerinden gelecek maddi destekler dahi kabul edilmemelidir. Medreseler kendi kendilerini reformize etmelidir.
Külbe-i ahzân’ında âh ü fizâr bir Simurg. Ehl-i hikmet muhibbi ve hakikat arayıcısı bir yolcu. Uluslararası ilişkiler, ilahiyat, dinler tarihi ve felsefe alanlarıyla iştigal eder, hududü’l...
DETAYLAR