10. Yılında Gazze Ablukası

BÜYÜK İSKENDER’DEN İSRAİL’E BİTMEYEN GAZZE KUŞATMASI

Dünyanın en kadim topraklarından olan Gazze, 10 yıldır karadan, havadan ve denizden abluka altına alınmış durumda. Kenâniler tarafından MÖ. 15. asırda inşa edilen Gazze şehri, tarihi Filistin topraklarının yüzde 1.3’ünü oluşturuyor. Bugün hem coğrafi hem de siyasi olarak kuşatma altındaki özgürlük diyarı Gazze, milattan önce de Yunanlılar, Romalılar, Mısırlılar, Fenikeliler, Persler, Bizanslılar tarafından ele geçirilmişti.

Fenikeliler (Kenanlılar) tarafından adlandırılan Gazze; Arapça, İbranice, Fransızca ve İngilizce kamuslarda “güçlü”, “güçlü yer”, “güçlüler diyarı” ve “güçlü kale” manalarına gelmektedir. Antik Mısırlıların ise, “Ghazzat” yani; değerli şehir adını verdikleri bu topraklar, Kudüs’e ulaşmak isteyenler için hep bir kapı olarak kullanılmıştır. Kudüs fâtihi Selahaddin Eyyubi de Gazze üzerinden geçip Kudüs’ü fethetmiştir. Araplar, Hz. Peygamber (sav)’in dedesi Haşim’in metfun olduğu Gazze’yi “Gaza Haşim” olarak anmaktaydı. Ünlü İslam alimlerinden İmamı Şafi’nin beldesi olan Gazze, aynı zamanda birçok İslam alimi ve düşünürünün doğup, yetiştiği yerdir. Osmanlı, 1917 yılında Gazze’de üç muharebe yaşadı. İngilizlere karşı verilen bu muharebelerde, biz kaybedince, o gün Kudüs, Filistin ve Arap coğrafyası elimizden çıktı.

Filistin toprakları, 1948 yılında İsrail devleti kurulmadan önce, 1917-1948 yılları arasından İngiliz işgali altındaydı. Gazze şeridinin bugünkü sınırları da 1948’deki 1. Arap-İsrail Savaşı’nın ardından imzalanan İsrail-Mısır ateşkes antlaşmasıyla belirlendi. Bu savaşın ardından topraklarından çıkarılan Filistinlilerin önemli bir bölümü göçmen olarak Gazze’ye yerleşti. Bugün Gazze nüfusunun önemli bir kesimini bu göçmenlerin çocukları oluşturmaktadır. 1967 savaşında Mısır kontrolünde iken İsrail işgaline uğrayan Gazze, 1993 Oslo Barış Görüşmelerinin ardından Filistin nüfusunun yoğun olduğu bölgelerin Filistin otoritesinin kontrolüne verilmesi ile birlikte yeni bir statüye kavuştu. Fakat bu statü altında Gazze hava sahası ile bazı sınırların ve su kaynaklarının kontrolü İsrail’de kaldı. Bu durum, İsrail’in Gazze’den tek taraflı bir kararla çekildiği 2005 yılına kadar devam etti.

DÜNYANIN EN BÜYÜK AÇIKHAVA HAPİSHANESİ

5 bin yıllık tarihi boyunca sayısız trajedi yaşamış olan bu bahtsız kara parçasının, tarihte yaşadığı hiçbir şey, bugün tüm dünyanın gözü önünde yaşatılan acı kadar trajik değil. Gazze’ye uygulanan abluka/ambargo dünya tarihin nadir rastladığı olaylardandır. Günümüz tarihçileri ve uluslararası hukuk uzmanları bile bu acımasız ve barbar ablukayı anlamakta ve tanımlamakta zorlanıyor. İslam tarihçileri, Müslümanların benzeri ambargoyu tek Hz. Peygamber döneminde yaşadığının altını çiziyor.

Birleşmiş Milletler (BM)’e göre, “dünyanın en büyük açıkhava hapishanesi” olan Gazze, dünyanın 5 kıtasına yayılan 2 milyar Müslümanın yani ümmetin yapamadığını yapıyor. Tarihin bu en acımasız ve en barbar ablukasına karşı bir avuç insan ile direniyor. Zilleti ve alçalmışlığı reddederek İsrail’in tanklarına, ABD ve İngiltere’nin Cobra ve Apache saldırı helikopterlerine, F16’lara, füzelere, havan toplarına ve ağır makinalı tüfeklerine karşı imanları ile mücadele ediyorlar. İsrail’in her türlü tahrik, soygunculuk, haramilik ve taşkınlığına karşı ilk Müslüman neslin öncüleri olan sahabeler gibi direniyor ve karşı koyuyorlar.

Dünyanın en büyük açıkhava hapishanesinde Filistinlileri katleden İsrail’i sert bir şekilde eleştirenlerden biri olan uluslararası şöhrete sahip Princeton Üniversitesi hukuk profesörü Richard Falk, şöyle diyordu: “İsrail’in Filistin halkını artarak istismar etmeye devam etmesini anlatırken “Yahudi Soykırımı” gibi kışkırtıcı metaforlara başvurmak zorunda kalmak, Amerikalı bir Yahudi olarak bana bilhassa acı veriyor.”

10 YILDIR SÜREN GAYRİİNSANİ ABLUKA

İsrail, Hamas’ın 2006 yılındaki parlamento seçimlerinden başarıyla çıkmasının ardından, Gazze’ye abluka uygulamaya başlamış, gıda ve inşaat malzemeleri girişine kısıtlama getirmişti. ABD ve AB ülkelerinin de demokratik bir şekilde yapılan seçim sonuçlarını tanımamasının ardından El Fetih grubu, Gazze’de yönetimi ele geçirmeye çalışmışsa da Hamas’ın direnişiyle karşılaşmıştı. Roket saldırılarını ve Hamas’ın eylemlerinin sonlandırılması bahanesiyle Gazze’yi ablukaya alan İsrail’in, uluslararası tepkilere rağmen Gazze’ye yönelik ablukası 10 yıldır aralıksız devam ediyor.

Gazze Şeridi’ndeki “Ambargonun Kırılması ve Yeniden İmar Komitesi”nin Sözcüsü Edhem Ebu Silmiyye, Gazze’ye günden güne artırılan abluka nedeniyle insanların günlük temel ihtiyaçlarının tehdit altında olduğunu belirterek, “İsrail ablukasının altında 10’uncu yılına giren Gazze’de durum felaket aşamasında” ifadesini kullandı. 1 milyon 950 bin nüfusa sahip olan Gazze’de 922 bin mültecinin (nüfusun yüzde 47’si) yaşadığını belirten Ebu Silmiyye, çocukların nüfusun kahir ekseriyetini oluşturduğu Gazze’de maalesef yüzde 50’sinin psikolojik tedaviye ihtiyaç duyduğunu belirtti.

10 km genişliğindeki ve 45 km uzunluğundaki Gazze Şeridi’nin “dünyanın en yoğun nüfusa sahip bölgesi” olduğuna dikkati çeken Ebu Silmiyye, bölge halkının yüzde 80’inin hayır kurumlarından aldığı yardımlarla geçimini sağladığını aktardı. Gazze’de yoksulluğun yüzde 40’ı aştığını ve işsizliğin de yüzde 45 üzerinde olduğunu söyleyen Ebu Silmiyye, İsrail’in 2014 yılındaki son Gazze saldırılarında evleri yıkılanların çilesinin devam ettiğini kaydetti.

Gazze’ye İsrail tarafından uygulanan ablukanın tamamen kaldırılması isteyen ve İsrail’in Filistinli sivillere yönelik saldırılarının önüne geçilecek önlemler alması için uluslararası topluma çağrıda bulunan Ebu Silmiye, “İsrail’in son saldırılarında Gazze Şeridi’nde 20 bin konutun tamamen yıkılması ve İsrail’in inşaat malzemelerinin bölgeye girişine izin vermemesi nedeniyle bugün 100 bin insan evsiz yaşıyor. Uygulanan abluka nedeniyle bugün Sağlık Bakanlığı’nın ilaçta yüzde 30 ve tıbbi sarf malzemelerinde ise yüzde 40 açığı vardır. Gazze’deki sağlık sektörü büyük oranda uluslararası yardım kuruluşlarının desteği ile ayakta duruyor. Ancak sınır kapılarının kapanması, söz konusu yardım kafilelerinin bölgeye ulaşmasını engelledi. Gazze’ye 2013’ten beri herhangi bir tıbbi yardım kafilesi giriş yapmadı” diye konuştu. BM Filistinli Mültecilere Yardım ve Çalışma Örgütü (UNRWA) ise, Gazze’de yüzbinlerce çocuğun ölümün eşiğinde olduğunu, yemek, ilaç ve hatta süt dahi bulamadığını sık sık açıklıyor. UNRWA, abluka altındaki Gazze’de yaşananların insanlık ve uluslararası toplum için utanç verici olduğunu ifade ediyor. Maalesef Gazze’de yaşanan bu utanç verici trajedi uluslararası medya tarafından kasıtlı olarak karartmaya tabi tutulmaktadır.

İnsani ihtiyaçların dahi girişine izin verilmediği Gazze’ye, 10 yılda 4 büyük yıkıcı saldırı yapıldı, binlerce bina yerle bir edildi, şehrin alt yapısı da yıkıldı. İsrail’in abluka altındaki Gazze’ye havadan, karadan ve denizden düzenlediği saldırılarda binlerce Filistinli hayatını kaybetti ve on binlerce Filistinli yaralandı. İsrailli ünlü akademisyen Ilan Pappe, “Gazze dünyadaki başka şehirler gibi bir şehirdir, ancak İsraillilerin gözünde askerlerin en yeni ve gelişmiş silahlarla talim yaptıkları bir hayalete şehre dönüştü” diyor. Ayrıca, İnşaat malzemelerinin de girişine izin verilmeyen Gazze’de, soğuk kış şartlarında on binlerce insan naylondan ve tahtalardan örülmüş baraka evlerde yaşamlarını idame ettirmektedirler.

DÜNYA TARİHİNİ EN UZUN ABLUKASI

Abluka bir savaş yöntemidir. Kadim dönemden bugüne birçok imparatorluk ve devlet tarafından kullanılmıştır. “Bloke edilmiş” anlamına gelen İtalyanca “blocatto” sözcüğünden türeyen “abluka” terimi; “bir devletin, bir şehrin veya stratejik bir yerin, dışarı ile olan her türlü bağlantısının zor kullanarak kesilmesi; etrafının sarılması” demektir. Abluka, yakın ve uzak olmak üzere iki çeşittir. Yakın abluka askeri veya stratejik, uzak abluka iktisadi ve ticari harbin etkili bir vasıtasıdır.

Dünya tarihinde birçok şehir ablukaya alınmış ve kuşatılmıştır. Bunlar ya aylarca ya da birkaç yıl sürmüştür. Fakat tarihteki hiçbir abluka Gazze ablukası kadar uzun olmamıştır. Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu (UNRWA) Genel Komiseri Pierre Krahenbühl de, “Gazze ablukası tarihin en uzun süreli ablukası. Bu abluka bir çeşit toplu cezalandırma” demişti. Krahenbühl ayrıca, “Gazzelilerin sadece onur, özgürlük ve insanca yaşama isteklerine odaklanmamız gerekiyor. Filistin topraklarında ve özellikle de Gazze’de yaşanan insani durumun ne derece kötü olduğu ortada ve herkes için gayet açık” diye konuşmuştu.

Noam Chomsky ve Ilan Pappe’nin beraber hazırladığı “Yaşamla Ölüm Arasında Gazze” adlı kitapta, şunu not düşüyorlardı: “İsrail, Gazzelileri ablukaya alarak ve büyük bir hapishaneye kapatmanın sorunu uzun bir süre için çözeceğini varsaymıştı; ancak bu varsayımları yanlış çıktı. Dolayısıyla yeni bir strateji arayışını girdi. Bu stratejinin acı sonuçları Ocak 2009’da ortaya çıktı; uluslararası toplum öfkeli ama etkisiz bir tepki gösterdi. Bu uluslararası öfkenin başlıca yan ürünü, Goldstone Raporu oldu. Bu rapor, çok temkinli ve sınırlı olmakla birlikte, savaş hali bittikten sonra İsrail’in geride bıraktığı kıyımın boyutlarını gayet iyi özetliyordu. Fakat uluslararası toplum bu acımasız politikaların ve bu politikaların kaynağının nedenlerini pek araştırmadı.”

BÜYÜK İSKENDERİN GAZZE ABLUKASI

Kadim dönemlerde önemli bir ticari merkez olan Gazze, Mısır-Suriye arasındaki kervan yolu üzerinde kalıyordu. Antik Mısır kalesinin inşa edildiği 5 bin yıl öncesine giden yaşam belirtileri taşıyan Gazze buna benzer bir çöküntüyü antik zamanlarda yaşamıştı. Milattan Önce 2250 dolaylarında Gazze bölgesinde bilinmeyen bir sebeple büyük bir uygarlık çöküntüsü yaşandı, şehirler yıkıldı. Milattan Önce 1650’de Mısır Kenanlı Hiksoslar tarafından işgal edildiği dönemde şehir ikinci kez inşa edildi. Hyksoslar bölgeden çıkarılınca kent yıkıldı ve Milattan Önce 15. yüzyılda yeniden kuruldu.

Daha sonra Mısır egemenliği dönemlerinde geçici refah evreleri yaşayan Gazze, Milattan Önce 332 yılında beş ay süren zorlu bir kuşatmanın ardından Büyük İskender orduları tarafından fethedildi. Gazze, İskender’in yönetimine sıcak bakan komşu Bedevilerin yönetimine verildi. İskender şehri bir şehir devlet gibi düzenledi ve Helenik öğrenme ve felsefe merkezi olarak itibar kazanan Gazze’de Yunan kültürü kök saldı.

İsa’nın doğumuna yaklaşık yüzyıl kala kent, Hasmonean Kralı tarafından işgal edildi ve halkı katledildi. Roma, Gazze’yi alıp yeniden inşa ettikten sonra kent 600 yıl boyunca bir refah ve huzur dönemi yaşadı. 635 yılında İslam ordularının şehre girmesiyle Müslüman kenti olan Gazze, sonraki dönemlerde Haçlılar tarafından tahrip edildi. Kent, Müslümanların yönetimi altında Haçlı Seferleri’ne kadar yine zengin bir dönem yaşadı. Kentte ticari ve kültürel faaliyetler arttı.

Haçlı Seferleri’nden sonra kent civarında kurulan kale Tapınak Şövalyeleri’ne verildi. Kent, Selahattin Eyyubi’nin kuvvetleri tarafından 1187 yılında geri alındı. Derken 1516’da Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi sırasında Osmanlı topraklarına katıldı. Yavuz döneminde fethedildiğinde kent doğal afetler ve yağma yüzünden bir köy haline dönmüştü. Osmanlı döneminden sonra Birinci Dünya Savaşı ile İngiliz kontrolüne geçen şehir 1948’de İsrail devleti kurulduktan sonra Filistinlilerin göç şehri oldu.

GAZZE’NİN ÇALINAN DOĞALGAZI

Alternatif enerji kaynağı araştırmalarına ve geliştirilen teknolojilere rağmen petrol ve doğalgaz önemini bugün halen korumaya devam ediyor. Ekonomisi büyüyen ülkelerin enerji ihtiyacı da büyüyor. Bu sebeple ucuz enerjiye ulaşım kadar sürdürülebilir bir tedarik güvenliği de bir o kadar büyük önem arz ediyor.

1999 yılında Gazze’nin 15 mil (36 km) açığında British Gas Group (BG) tarafından doğal gaz kaynakları tespit edildiğinde, dünya enerji devlerinin gözü Gazze’ye yöneldi. BG, 1999 yılında Arafat yönetimiyle bir anlaşma imzaladı. Gaz, deniz altından Gazze’ye taşınacak, buradan satılacaktı. İsrail o tarihlerde Gazze’den doğal gaz almayı reddederek bu anlaşmanın hayata geçmesini engellemişti. Ardından da Gazze’yi denizden ablukaya alınca doğal gaz kaynaklarının işletilmesi mümkün olmamıştı. İsrail abluka adı altında, Gazze sınırındaki doğal gaz kaynaklarını çalmaya devam ediyor.

İsrail ve Gazze açıklarında iki şirket faaliyet gösteriyor. Biri BG ki Gazze açıklarındaki sahaların ruhsatlarına sahip, diğeri halen İsrail’in gazını çıkarıp satan Noble Energy. Noble Energy geçen yıllarda Kıbrıs açıklarında 88 milyar metreküp doğal gaz rezervi bulduğunu açıklamıştı. Amerika Birleşik Devletleri Jeolojik Araştırma Ajansı (United States Geological Survey – UNGS),Türkiye’nin güneyinden Filistin Gazze Şeridi kıyılarına kadar olan bölgede 122 trilyon kübik feet doğalgaz rezervi bulunduğunu tahmin etmektedir.

Ortadoğu Dörtlüsü olarak bilinen ABD, BM, AB ve Rusya’nın temsilcisi İngiltere’nin eski Başbakanı Tony Blair’in 2014 yılında Mısır’ın darbeci Cumhurbaşkanı Abdülfettah Sisi’ye danışmanlık yapmasının da doğal gaz rezervleri ile ilgili olduğu belirtiliyor. İngiliz The Guardian gazetesine göre ise, Blair Sisi’ye, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından finanse edilen bir program çerçevesinde iş fırsatları ve ekonomik reformla ilgili danışmanlık yapmak için anlaşma yaptı. Tony Blair’in bu çabası masrafları Mısır tarafından değil de, BAE tarafından karşılanması şaşırtıcı değil.

Binaenaleyh söz konusu olan doğalgaz olunca Almanya, Fransa, İngiltere vs. Avrupa ülkeleri için; Gazze’de İsrail katliam yapmış, bağımsız Filistin’i çiğnemiş, uluslararası barışı tehdit etmiş pek umurlarında olmuyor. Bilakis, İsrail’in Filistinlileri sürmesi ve öldürmesi küresel enerji tekellerinin arzuları ile örtüşmüş oluyor. Olan bizim Filistinli mazlum kardeşlerimize oluyor. Sömürgeci Batı ülkelerinin petrol veya doğal gaz söz konusu olduğunda hak, hukuk, adalet, insan hakkı gibi bütün insani değerleri unuttuğu bilinen bir vakıa. İnsani değerleri unutmak bir tarafa her türlü katliamı, soykırımı icra etmekten çekinmeyecekleri bilinen bir gerçek. Son birkaç yüzyıl bunun en acı örnekleri ile dolu.

İSLAM TARİHİNDE İLK ABLUKA

Nübüvvetin 7. senesinde ve Muharrem ayının ilk günlerinde Mekkeli Müşrikler parlamentoları Daru’n Nedve’de bir araya gelmiş ve bir türlü önüne set çekemedikleri İslam’ı daha beşiğinde iken büyümeden boğma kararı almışlardı. Alınan kararlardan bazılarında şunlar yazılıydı; “Müslümanlara yiyecek, giyecek, kullanacak hiçbir mal satılmayacak, hiçbir şey satın alınmayacak ve hediye dahi verilmeyecektir. Muhammedilerin yapacağı her türlü barış teklifi reddedilecektir.” Kararı kırk aşiret reisi mühürleri ile tasdik ettikten sonra ahitname Kâbe duvarına asılarak yürürlüğe kondu. Bundan böyle kimsenin karar dışına çıkması mümkün değildi.

Dönemin amansız İslam düşmanları, Şib-i Ebu Talib/Ebu Talib mahallesini kuşatma altına aldı. Bölgenin dışına çıkan her Müslümanı yakalayınca O’na esir muamelesi yaparak işkence ediyorlardı. Abluka altındaki insanlar, Hac mevsimi dışında, şehre inemiyor. Hac günlerinde de azgın din düşmanları, uzak yollara çıkarak gelen kervanların önünü kesip “Muhammedilerle destekçilerine mal satan olursa kervanını yağma ederiz ona göre” diye tehdit ederek korkutuyor; yine netice alamayınca mallarına yüksek fiyatlar vererek rakamları şişiriyorlardı.

Ebu Talib Mahallesi yokluk ve açlık diyarı olmuştu. Çocuk ağlamalarından durulmuyor. Sevgili Peygamberimiz, Hazret-i Hatice annemiz, Hazret-i Ebu Bekr, bütün mallarını müminler için harcadılar. Başka bir imkân kalmayınca bu kahraman müminler ot ve ağaç yaprağı bile yediler. Hatta öyle ki, Peygamberimiz ve Ashab-ı Kiram açlıklarını bastırmak için karınlarına taş bağlıyorlardı. Günler, aylar ve yıllar geçti kuşatma kaldırılmadı.

Ambargo altındaki Müslümanların bu hâli merhamet sahibi bazı müşrikleri çok üzüyordu. Ablukayı delmenin yollarını arıyorlardı. Bu vicdanlı Müşriklerden bazıları geceleri sessizce bir parça yiyeceği Müslümanlara götürüyordu. Ancak yakalananlar dayaktan geçiriliyordu.

Kimileri de develerine ve atlarına yiyecek yükleyip Müslümanların abluka altında olduğu mahalleye salıp böylece boykotu delmeye çalışıyordu. Bunlardan biri Hişam B. Amr b. Rebia idi. Yiyecek yüklü birkaç deveyi Şib-i Ebu Talib mahallesine salarak delmeyi düşünüyordu fakat müşrikler tarafından yakalanıp öldürülmek istendiği sırada, Ebû Süfyan, “Bırakınız adamı! Şib’deki akrabalarına iyilik etmiştir. Vallahi keşke biz de, onun yaptığı gibi onurlu bir iş yapsaydık, bizim için ne güzel olurdu” diyerek bu zatı müşriklerin elinden kurtardı.

Müslümanlara uygulanan ambargo dayanılmaz hale gelmiş ve tüm Mekke sokaklarında konuşuluyordu. Vicdanlı ve merhamet sahibi müşrikler bu abluka karşısında sessiz duramıyor ve boykotu delmek için çırpınıyorlardı. Ambargonun dördüncü senesinde sabırları taşan bir grup vicdanlı Müşrik, hem Kâbe’ye asılan boykot kararını yırtıp attı hem Şib-i Ebu Talib’e gidip açıktan Müslümanlara yardım etti ve ablukanın bittiğini ilan ettiler.

MISIR CUNTASI GAZZE’NİN NEFES BORULARINI KESTİ

Gazze’deki ablukanın sonuçlarından sadece İsrail’i sorumlu tutmak doğru olmaz. Ablukaya katılan ve Gazze’nin dünya ile tek irtibatı olan Refah sınır kapısını kapatan Mısır rejimi de bu insanlık ayıbının ortaklarından birisidir. Mısır’ın ta baştan beri ablukaya uyması ve tüneller konusunda İsrail ile uyumlu bir işbirliği içinde olması durumu daha vahim hale getirdi.

Mısır tarihin seçilen ilk sivil lideri olan Muhammed Mursi’nin 1 yıllık iktidarı döneminde biraz da olsa nefes alan Gazze, Abdülfettah Sisi’nin cunta rejimi altında Gazzeliler tarafından nefes boruları olarak adlandırılan tüneller de kapatıldı. Mısır’ın cunta rejimi, Gazze sınırını insandan arındırdı. Bedevileri oradan çıkardı. Akdenizden taşıdığı su ile tünellere su doldurdu.

Gazze’nin iki kara sınırı ile deniz sınırı İsrail tarafından kapalı. Güneydeki kara sınırını ise Mısır kapalı tutuyor. İsrail’den Gazze’ye iki ana geçiş var, biri Erez diğeri Kerem Şalom kapıları. Erez, halk için kullanılırken Kerem Şalom da yardım tırları için kullanılıyor. İsrail, Gazze’ye gıda ve ilaç yardımını kısıtlı olarak sokulmasına izin veriyor. Ancak Mısır’ın cunta rejimi, 2015 yılında Refah sınır kapısını sadece 24 gün süre ile açtı.

MAVİ MARMARA VE VİVA PALESTİNA

2006 yılından beri abluka ve boykot altında olan Gazzelilere yardım etmek için dünyanın muhtelif ülkelerinden Budist, Hıristiyan, solcu ve liberal yüzlerce siyasetçi, akademisyen ve öğrenci yola koyuldu. Gazze’ye uygulanan bu barbar ve vahşi ablukayı protesto için yola koyulan konvoylar bazen Viva Palestina (Yaşasın Filistin) bazen de “Şereyanü’l Hayat” (Hayat Damarları) olarak adlandırıldı. ABD’den Japonya’ya, Fransa’dan Endonezya’ya Londra’dan Fas’a, Yemen’den Latin Amerika’ya  dünyanın dört bir yanından vicdanlı insanlar gönüllü olarak bu konvoylara iştirak etti.

Bu konvoylarda en ses getireni ve Türkiye Müslümanlarının kurur kaynağı olan İHH’nın öncülüğünde başlatılan Mavi Marmara gemisiydi. İsrail tarafından abluka altında tutulan Gazze Şeridi’ne insani yardım götürmek üzere organize edilen Gazze Yardım Filosuna yönelik olarak İsrail silahlı kuvvetlerince gerçekleştirilen saldırı neticesinde, dokuz vatandaşımız şehit oldu ve pek çoğu da yaralandı. En yakın sahil noktasına 72 mil, İsrail’in uyguladığı gayri meşru deniz abluka sahasına 64 mil uzakta uluslararası sularda gerçekleştirilen bu saldırı, uluslararası hukuk açısından birçok sorunu da beraberinde getirdi. Ve bu konudaki tartışmalar halen devam etmektedir.

Yardım konvoyuna yapılan saldırının ardından Türkiye’nin de baskısıyla uluslararası kamuoyu nezdinde zor duruma düşen İsrail, ablukayı kısmen gevşetme kararı aldı. Bu gevşetme kararının uluslararası aktörlerce şüphe ile karşılandığını (özellikle Türkiye tarafından) ve çok fazla kabul görmediğini belirtmek gerekiyor. Özellikle sivil toplumdan gelen tepkiler, sosyal medyada yayılan tartışmalar ve yardım konvoyuna yapılan saldırının ardından Türkiye’nin girişimleriyle uluslararası örgütler düzeyinde ablukanın tartışmaya açılması gibi gelişmeler İsrail’in Gazze kuşatmasını hafifletmesi sonucunu doğurdu.

ABLUKAYI KIRAN TEK GÜÇ TÜRKİYE

Türkiye baştan beri İsrail’in orantısız güç kullanmasına ve uzlaşmaz bir tavır sergilemesine karşı olduğunu hep ortaya koydu. Gazze ablukasının dünyaya duyurulmasında da çok önemli rol oynayan Türkiye, ablukanın kaldırılması için de ciddi mücadele ediyor. Son Gazze saldırısı ve ablukanın insani dram boyutu, Ortadoğu ülkeleriyle siyasi ve ekonomik ilişkilerini düzelten Türkiye açısından Gazze kuşatmasını kabul edilemez kılıyor.

Filistin sorunun çözümü için öncü rol oynayan Türkiye’nin, Mavi Marmara sonrası İsrail ile ilişkilerin düzelmesi için üç şartı vardı, özür, tazminat ve Gazze ablukasının kaldırılması. Özür dileyen İsrail, tazminatta da 21 milyon Dolar’a kadar çıktı. İsrail, ablukayı tamamen kaldırmayı şimdilik reddediyor ama bununla ilgili ablukanın esnetilmesi gibi formüllerin konuşulduğu ifade ediliyor.

Ablukanın hafifletilmesi noktasında Türkiye’nin diplomatik girişimleri oldu ve bunda da başarı sağlandı. 2014’deki saldırıların ardından TİKA, Gazze’ye girerek yıkılan cami ve hastane gibi binaların onarımını gerçekleştirdi. Kızılay, Gazze’ye sağlık malzemeleri soktu. Bunun yanı sıra Gazze’de Türkiye adına çok sayıda yardım faaliyetine de imza atıldı. Gazze’de ofisi bulunan İHH’nın bölgedeki faaliyetleri ve yardımları Mehmet Kaya bey tarafından halen aralıksız yürütülmektedir.

GAZZE UNUTULMAMALI

Bugün tarihin en uzun, en barbar, en acımasız, en gayriinsani, en vahşi ve en öldürücü ablukasına karşı insanlık ve Müslümanlar ne zaman harekete geçecek. Karadan, havadan ve denizden abluka altına alınan Gazze bir açık cezaevine dönüştürüldü, batı dünyası burada yaşanan drama karşı sessiz kaldı ve bugün halen o çok bilindik üç maymun tavrını sergilemekten bir an olsun geri durmuyor. İsrail, ABD ve AB’nin Nisan 2006’dan beri ortaklaşa uyguladığı ambargo BM insan hakları uzmanı John Dugard’ın tabiriyle tamamen bir kolektif cezalandırma yöntemiydi. Ünlü İngiliz gazeteci John Pilger, New Statesman dergisinde kaleme aldığı makalesinde “Gazze halkı bir soykırımla yok olurken yaşananları ve izleyenleri de sessizlik yok ediyor” diye yazdı. Filistin davasının unutulmaz isimlerinden Edward Said de, konuşmalarında ve yazılarında sık sık İsrail’in bugün dünyada resmi sınırları olmayan tek devlet olduğuna dikkat çekiyor ve sorunun İsrail olduğunu ifade ediyordu.

Fakat tüm bu olanlara rağmen, İsrail’in gazabı kâr etmiyor bu kentte. Burası adı özgürlük olan çocukların yaşadıkları Gazze’dir. Gazabın, azabın, ablukanın cesarete ve sabra yenildiği bir yerdir burası. Burası ağzı süt kokan çocukların şehadeti tattığı bir ana ocağıdır. Selahaddin’in dört nala özgürlüğe at koşturduğu bu kentte özgürlük şarkıları hiçbir zaman dinmedi; onu çevreleyen çelik duvarlarda aczin sesi değil, zafer şarkıları yankılandı asırlar boyu. İsrail’in 10 yıldır uyguladığı o insanlık dışı abluka mı yenik düşürecekti bu cesur anaların kentini?

Yazımızı Hicri 150 senesinde Filistin’in Gazze şehrinde dünyaya gelen İmam Şafii’nin çocuk yaşta ayrıldığı Gazze’ye özlemini dile getirdiği şiiriyle sonlandıralım:

 

Ne kadar özledim Gazze topraklarını

İstemeden uzaklaştım, gizlemem artık boşuna.

ALLAH yağmurlar göndersin, o topraklar ki,

Uzanıp sürebilsem elimi

Gözlerime sürme çekerdim

Dindirebilmek için özlemi.

TURAN KIŞLAKÇIGazeteci, Yazar

Külbe-i ahzân’ında âh ü fizâr bir Simurg. Ehl-i hikmet muhibbi ve hakikat arayıcısı bir yolcu. Uluslararası ilişkiler, ilahiyat, dinler tarihi ve felsefe alanlarıyla iştigal eder, hududü’l...

DETAYLAR
ARŞİV