BATI, Terör Oyunu ve İhvan-ı Muslimin

İHVAN-I MÜSLİMİN BİR TERÖR ÖRGÜTÜ MÜ? BATI, TERÖR OYUNU VE İHVAN-I MÜSLİMİN

20. yüzyılın önemli Müslüman düşünürlerinden Dr. Seyyid Kutub, 1948 yılında, Mısır hükümeti tarafından sözde Milli Eğitim alanında müfredat araştırması yapmak üzere ABD’ye gönderilir. Orada iki yıl kalan Kutub, 1949 yılında bir ameliyat geçirir. Hastanede yattığı bir gün, hastane dışında bazı insanların ve hastanedeki hemşirelerin kutlama yaptığını görür. Hemşirelere, hangi bayramı kutladıklarını sorar. Onlar da bayram kutlamadıklarını, Mısırlı Hasan el-Benna’nın şehid edilişini kutladıklarını söyler. Sözleri karşısında dehşete kapılan Kutub, kendisinin bile henüz tam tanımadığı bir Mısırlının ABD’de oluşturduğu yankıdan çok etkilenir. Mısır hükümeti, hakikatte Kutub’dan kurtulmak için onu sözde bir görevle ABD’ye gönderir. Bu büyük düşünürün ülkesine döndüğünde belki değişeceğini umut etmektedirler. Ancak Seyyid Kutub, Amerika’dan eski kimliğinden daha sağlam bir kimlikle ülkesine dönmüştür.

Ülkesine avdet ettiğinde, Hasan el-Benna ve kurduğu cemaati İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler)’i inceler ve bu hareketten ciddi manada etkilenir ve ona intisap eder. 50’li yıllarda Hasan el-Benna’nın “inşâ eden, bina eden” manasına gelen el-Benna soyadından hareketle kaleme aldığı “Hasan el-Benna ve İnşâ (Bina) Dehası” adlı makalesinde şunları not düşer: “Bazı zamanlar öyle gelip geçici tesadüfler olur ki, sanki onlar daha önce takdir edilmiş bir kaderin, ezeli kitapta önceden yer almış bir hikmetin eseridirler. Hasan ‘el-Benna…’ Onun bu lakabı alması sadece bir tesadüfün sonucudur. İyi ama bu nasıl bir tesadüfün sonucu olabilir. Bu zatın inşacı/usta bir inşâcı olduğu ve hatta inşâcılığın da dehası olduğu büyük bir hakikat olarak ortada dururken… İslam inancı pek çok dâvetçi tanımıştır. Fakat dâvet başka inşâ başka şeydir. Her dâvetçi inşâcı olamadığı gibi, her inşâcıya da bu büyük inşâ dehası armağan edilmemiştir. Bu büyük yapı… Müslüman Kardeşler… Cemaatler kurmadaki büyük dehanın örnek eseri!”

“El-Benna gittikten sonra bile büyümesini, gelişmesini sürdüren inşâ dehasının eseridir bu!” diyen Kutub, makalesinin sonunda şunları not düşer “İslam düşüncesiyle Müslüman Kardeşler binası birbirine öylesine karışmış, öylesine birbiri olmuştur ki, onları ne tarih ayırabilir, ne de bugün ya da yarın herhangi biri!”

İşte! Üstad Seyyid Kutub’un bu makaleyi yazmasının üzerinden yarım asır geçti ve bugün, dünya halen Müslüman Kardeşler Cemaati’ni konuşuyor. Cakarta’dan Tanca’ya, ABD’den Avrupa’ya herkes Müslüman Kardeşler hareketini tartışıyor. Kimisi Mısır cuntası gibi İhvan’ı terörizmle itham ediyor, kimisi de İslami cemaatlerin anası olan bu hareketin ümmetin gözbebeğin olduğunu savunuyor.

Osmanlı sonrası yetim kalan ümmetin yeniden dirilişi için umut olan Müslüman Kardeşler cemaati, İslam ülkeleri haricinde Latin Amerika’dan Avrupa’ya, ABD’den Avustralya’ya ciddi olarak intişar etmiş bir harekettir. Islah ve ihya eksenli bir çalışmayı kendine örnek edinen İhvan, Mısır cuntası ve cuntanın asıl hamisi BAE tarafından bugün terörizmle itham edilmektedir. Hatta geçen hafta ABD Temsilciler Meclisi Adalet Komisyonu, Müslüman Kardeşler hareketinin terör örgütü olarak tanımlanmasını isteyen tasarıyı kabul etti. Mısır ve BAE’nin Temsilciler Meclisi’nden bu tasarının çıkması için ABD’deki birçok düşünce kuruluşlarına (think tank) milyon dolarlarca para aktardıkları medyaya düşen haberler arasında.

 

İHVAN ŞİDDETE BULAŞTI MI?

Müslüman Kardeşler Cemaati toplumsal ve kültürel bir hareket olarak 1928 yılında kuruldu. Kurucusu Hasan el-Benna, bir öğretmendi. Süveyş Kanalı Şirketi’nde çalışan 6 arkadaşıyla birlikte bu hareketi başlattılar. İhvan, İslami ve insani ilkeler esasında kurulmuştu. Ama kısa sürede Mısır başta olmak üzere birçok Arap ülkesinde geniş kitlelere ulaşması sonrasında sömürgeci güçler ve onların piyonları tarafından şer odağı olarak tanımladılar. Cemaat mensupları hapishanelere atıldı, işkencelerden geçirildi ve idam edildiler. Bu baskılar sonucu ihvan, zorunlu olarak yarı illegal bir faaliyeti tercih etti. Ama sessiz ve sakın olarak yürüttükleri çalışmalar sonucu, hem sayıları arttı hem de nüfuzları.

Soğuk Savaş’ın iki süper gücü ABD ve Rusya, Mısır’da yönetimi ele geçirmek için ciddi çıkar savaşı veriyordu. CIA ve KGB ajanları ülkenin başkentinde cirit atıyorlardı. Bu istihbarat örgütleri, çeşitli manipülasyonlar üreterek akıl karıştırıcı söylemler yayıyorlardı. Emperyalist ajanlar yaptıkları suikastları veya bombalı eylemleri İhvan’a yıkmaya çalışıyorlardı. 1954 yılında Kahire’de meydana gelen ve birçok kişinin ölümüne neden olan bombalı eylemlerin arkasında da Mossad çıkmıştı. İhvan’ın üzerine yıkılmak istenen terör eylemleri, deşifre olduktan sonra tarihe “Lavon Olayı” olarak geçecekti. 1948 yılında öldürülen Mısır Başbakanı Nukraşi Paşa’nın da İhvan tarafından suikasta maruz kaldığı iddia edildi. Ancak Hasan el-Benna, derhal suikastı kınayan bir açıklama yayımladı ve İslam’ın terörle bağdaşmadığını vurguladı.

İhvan’ın tarihini ve öğretisini bilenler cemaatin bugüne değin asla şiddete buluşmadığını çok iyi bilirler. İhvan sadece, Siyonist örgütlerin İsrail devletini ilan etmeye hazırlandığı 1947 tarihinde Filistin’de savaşmak üzere özel bir gönüllü grubu oluşturmuştu. Bu gönüllü grubu da diğer Müslüman ülkelerden gelen başka gruplarla birlikte Filistinlilere yardım etmek üzere gönderilmişti. İhvan’ın bunun dışında silaha asla başvurmadığını herkes bilir. Ama düşmanları tarafından yazılan İhvan tarihine baktığınızda şiddetin daha ötesinde iftiralara tanıklık edersiniz. Fakat bunların tümü de hayal ürünüdür.

 

EL KAİDE VE İHVAN ARASINDA BAĞ VAR MI?

Müslüman Kardeşler ’in günümüzdeki önemli liderlerinden Dr. Yusuf Neda, “İhvan’ın İçinden” adlı kitabında cemaatin savaş ve şiddeti reddettiğini şöyle açıklar: “Bugüne kadar Mısır’da iktidara gelen bütün hükümetler İhvan’ı hedef aldı. Üyelerini zindanlara doldurdu. Tutukladılar. Çok ağır işkencelere tabi tuttular. İdam ettiler. Mallarına el koydular. Faaliyetlerini durdurdular. Hareketi bitirecek türden her çeşit yöntemi devreye soktular. Ama cemaat bu tür uygulamalara şiddetle karşılık vermek yerine her türlü zorluğu omuzlamayı kabul etti. Doğrudur, cemaatin içinden bir, iki veya on ya da daha fazla kişi cemaatin çizgisinin dışına çıkıp, şiddete başvurdu. Ama yapan İhvan cemaati değildi. Bilakis bunlar bireysel girişimlerdi. Hepsi de cemaatin çizgisi dışına çıkmış ve bağımsız hareket etmişlerdi.”

Yusuf Neda, buna örnek olarak, hâlihazırda, el-Kaide lideri Eymen ez-Zevahiriyi örnek verir. Genç yaşlarda cemaatten ayrılan Zevahiri’nin şiddet yanlısı bir cemaat kurması sonrası, İhvan’ın cemaat mensupları ile Zevahiri arasında duvar ördüğünü belirtiyor. Zevahiri’nin de İhvan’a saldırdığını ve cemaati tekfir ettiğini ifade eden Neda, İhvan’ın el-Kaide’nin düşünce metodolojisine ve şiddeti yöntem olarak benimsemesine tamamen karşı olduğunun altını çiziyor.

Batının el-Kaide ve terör örgütleri olayını çok abarttığını söyleyen ünlü Fransız tarihçi Jean Pierre Filiu, “El-Kaide, İslam ve Arap âlemi tarihinde görmezlikten gelinebilecek bir parantezden öte bir şey değildir. Bu tarihin bir zirvesi değil, bilakis tarihin akışı içinde uç vermiş bir çıkıntı düzeyindedir” der.

 

ZORBALAR VE ÇİĞNENEN ULUSLARARASI HUKUK

11 Eylül sonrası uluslararası hukuk alanında neler çiğnenmedi ki. Birçok ülke haksız yere bombalandı ve milyonlarca masum insan haksız yere katledildi. İsviçre kökenli Avrupa Konseyi eski raportörü Dick Marty, bugün batıda hazırlanan terör listelerinin uluslararası hukukun hiçe sayılması anlamına geldiğini kaydediyor. Listelerin değil, listelerin hazırlanmasını sağlayan sistemin sorunlu olduğunu belirten Marty, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne üye herhangi bir ülke terör listesine isim eklemekte hiçbir zorluk çekmediğini vurguluyor.

Dick Marty, şunları kaydediyor: “Bütün yapılması gereken şey, (güvenlik konseyinin on beş üyesinden oluşan) yaptırımlar komisyonuna şu veya bu kişinin el-Kaide’yi ya da başka bir terör örgütünü desteklediğini haber vermektir. Bu bildirimde bulunan ülkenin bu haberi ispatlaması da zorunlu değildir. Böylece bir insan veya grup kendisine haber verilmeden ismini bu listelerde bulabilir. Ayrıca aleyhte dava açmasına da imkân verilmez. Kendisine yöneltilen suçlamanın ayrıntısını öğrenmesi de mümkün değildir. Sadece bunun devlet sırrı olduğu bildirilir. Aynı şekilde uygun bir otorite karşısında kendisini savunma imkânı da tanınmaz. Mesele tümüyle zorbalıktan, tam bir zorbalıktan ibarettir.”

Yaptırımlar komisyonunda uzlaşmaların çoğu “istediğim ismi terör listesine yazmama imkan verirsen, zamanı gelince ben de terör listesine istediğin ismi yazmana yardımcı olurum” yöntemiyle sağlandığını ifade eden Marty, bu tür kara listelerin zorbalık yöntemiyle hazırlanması Batı ile İslam alemi arasında uçurumun gittikçe büyümesine yol açtığını belirtiyor. Kara listeler, CIA’nin uluslararası hava sahalarında yaptığı terör yolculuklarına ve gizli hapishaneler gibi yasa dışı yollara tevessül eden ülkelerle mücadele etme meşruiyetini veriyor.

 

BATININ KİRLİ TERÖR OYUNLARINA TEPKİ ZAMANI

Batı’nın asırlardır coğrafyamızda oynadığı oyunlar bu kez “terörle savaş” adı altında devam ediyor. Uluslararası hukukun ve insan haklarının bile para etmediği bu alanda, öyle bir noktaya gelindi ki, resmen İslam ile savaş ediliyor. Haçlı zihniyeti ile hareket eden bazı Batılı devletler, bu kirli terör listeleri sonucu İslam dünyasındaki tüm katliamlara göz yummaktadır. Mısır’da Sisi’nin bir günde Tahrir ve Nahda meydanlarında binlerce masum insanı öldürmesine göz yumuldu, Bangladeş’te Cemaati İslami üyelerinin idamına sessiz kalınıyor, Burma’da Müslüman kıyımı görmezden geliniyor, İsrail’in devlet terörüne destek veriliyor ve süper güçlerin Müslüman halkları hava saldırıları ve füzeler ile katletmelerine ses çıkarılmıyor.

Nedeni ise çok basit çünkü öldürülenler Müslüman. Müslüman Kardeşler ve Cemaati İslami bugüne değin asla teröre bulaşmamasına rağmen kara terör listelerine alınıp, yok edilmelerine göz yumulması tamamen haçlı ruhunun yeniden nüksetmesidir. Osmanlı sonrası, biri Arap âleminde diğeri de Asya’da olmak üzere, İslam’ın yeniden dirilişinin öncüsü olan bu iki dini cemaati terörize etmeye yönelik tamamen İslam’a olan nefretin bir eseridir. Bundan dolayı da dünyadaki tüm Müslümanların uyanık olması ve Haçlı zihniyeti ile hareket eden Batı’nın bu oyununun bozulması için çaba sarf etmeleri gerektiğini unutmamak gereklidir.

 

TURAN KIŞLAKÇIGazeteci, Yazar

Külbe-i ahzân’ında âh ü fizâr bir Simurg. Ehl-i hikmet muhibbi ve hakikat arayıcısı bir yolcu. Uluslararası ilişkiler, ilahiyat, dinler tarihi ve felsefe alanlarıyla iştigal eder, hududü’l...

DETAYLAR
ARŞİV