Sosyal medyada yayımlanan bir programda yaptığımız konuşma, bağlamından cımbızlanarak, küçük bir azınlık grup tarafından üzerine velvele, zelzele ve fırtınalar koparıldı. Hakikatte ilmi, irfani ve felsefi cedel ve münazaralar olmadıkça bu konulara genelde cevap vermem ve verilmemesinden yanayım. Çünkü üslup kişinin karakteri, aynası ve kimliğidir. Hakaretler çirkin bir üslup ihtiva ediyorsa, bunlara cevap vermek yerine Kur’an-ı Kerim’in şu eşsiz üslubunu takınmalı: “Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” der (geçer)ler.” (Furkân / 63)
Sosyal medyada hakaretamiz bir üslup kullanan cahil ve cühelâ takımına “selâm” demekten başka bir yol yok. Yine Kur’an’da yüce Allah şöyle der: “Cahillerden yüz çevir.” (Araf/199). Eğer kötü söz söylenir ve küfürler edilirse, toplumsal barışı korumak adına diyalogu kesmek gerekir: “Allah’tan başkasına tapanlara hakaret etmeyin, sonra onlar da bilgisizlik yüzünden sınırı aşarak Allah’a hakaret ederler” (En’am/108).
Cedel ve münazara İslam tarihinde önemli bir yer ihtiva eder. Hakaret ve çirkinlik içermiyorsa bir tartışma, Yüce Allah cedel ve münazarayı salık vermiştir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur “Onlarla en güzel yöntemle tartış” (Nahl / 125). Ehlikitap ile bile münazara yapılırken Yüce Allah üsluba dikkat edilmesini öğüt vermiştir.
Hele münazara Müslümanlar arasında ise buna daha çok dikkat edilmeli. İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra) oğlu Hammad’ı kelam ehli ile münazaradan men eder. Oğlu itiraz ederek der ki: “Ama baba sen de yıllarca kelamî tartışmalar yapmadın mı?” İmam’ın cevabı çok manidardır: “Biz tartışırken, başımızın üzerinde kuş varmış gibi hareket eder, hakikate kayıtsız şartsız teslim olur, karşımızdaki kaybedecek diye üzülürdük. Siz ise karşınızdakini yenmek için tartışıyor, nefsinizi her ne pahasına olursa olsun üstün çıkarmaya çalışıyorsunuz. Biz Hakk’ın galebesi için, siz kendi galibiyetiniz için tartışıyorsunuz.”
Yüce Allah ne güzel buyuruyor: “Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır.” (Nahl/125) Hakikati gördüğü halde kabul etmeyene ise söylenecek tek söz vardır: “Sizin dininiz size, benim dinim banadır.” (Kâfirun/ 6)
Sosyal medyada sadece dindar görünümlü insanlar değil hemen hemen her görüş ve ideolojiden aşağı tabakadaki taife-i laklakan da var. Bunlar benzer üsluba başvuruyor. Diğer görüş ve ideolojideki insanlar, çirkeflik yapabilir, hakaret edebilir ama ne olursa olsun bir Müslüman böyle bir üslubu asla takınmamalıdır. Karşısındaki kim olursa olsun. Yüce Allah, Musa (as)’a şöyle der: “Firavun’a gidin. O iyice azdı. Ona yumuşak söz söyleyin” (Tâ-Hâ/44) Cahillerle tartışmanın maalesef sonu yok. Büyük İslam alimlerinden İmam Şafiî (ra) bunu şu sözüyle çok güzel anlatmıştır: “Bir delil ile kırk âlimi yendim, ama kırk delil ile bir cahili yenemedim.” Sosyal medya da alim, aydın, mütefekkir, düşünür, yazar ve sanatçı için böyle bir yer. İmam Şafiî bile dönemin Tiktokçulara yenilmiş, kimler yenilmez ki…
Cahil-cühelâ takımının bazen alim ve bilgin gibi takınması da ayrı bir sorun. Atalarımız onun için şu öğette bulunur: “Biliyorsan konuş; ibret alsınlar. Bilmiyorsan sus; adam sansınlar.” Bilmedikleri konularda oradan ve buradan duydukları ile ahkâm kesenlere İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretlerinin şu olayı da büyük bir derstir: “İmamı Azam Ebu Hanife, ders halkasında talebelerine Rü’yeti Hilal konusunu anlatıyor. Dizlerindeki rahatsızlık sebebi ile talebelerine mazeret beyan ederek ayaklarını uzatmış vaziyette iken, halkaya katılmak üzere, uzun boylu sarık ve cübbesi ile heybetli, ilim adamı görüntüsü olan, yabancı bir kişinin yaklaştığını görünce, hürmet ifadesi olarak, ayaklarını toparlama ihtiyacı duyar…
Ders bitmiş, soru cevap faslına geçilmiştir. Gelen yabancı da izin isteyerek bir soru sormak ister. Talebeler ve İmam Ebu Hanife merakla söz hakkını misafire bırakırlar… Ders halkasının misafiri olan ilim adamı görüntülü kişi: “ya imam, Şevval hilali görüldüğü halde bayram olmazsa ne olur..?” deyince, adamın, görüntüsünün aksine, cehaleti ortaya çıkar; ilgi ve merakın dağılmasının verdiği rahatlıkla Ebu Hanife ayaklarını tekrar uzatır…”
Bir insanı tekfir etmek veya Tanrı rolünü üstlenip onu tövbeye davet etmek asla bir Mü’minin davranışı olamaz. İslam’ın bize öğrettiği öğreti, tekfirden uzak durmamızı öğütler. Hoşunuza gitmeyen bir görüş ve kavilden dolayı birisini tekfir etme hakkınız yoktur. İmamı Gazali (ra) “Faysalu’t-Tefrika Beyne’l-İslam Ve’z-Zendeka” adlı kitabında İman ile küfür arasındaki ince noktayı çok iyi özetlemiştir. İmam Gazali, bir kimse Kelime-i şehâdeti inkâr etmedikçe küfür ile itham edilemez der. Mesela, tarihte Hz. Ebubekir, Hz, Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (r.anhum) yaşamamıştır derse küfre girmez günahkâr olur der İmam Gazali, Çünkü onlar imanın şartları arasında değildir der…
Her ne ise konuyu fazla uzatmadan ana mevzumuza gelelim, programı bağlamından koparmadan izleyenler ve bizi tanıyanlar bilir ki, asla Enbiya ve Resullere haşa hakaret etme gibi bir kastımız olamaz. Peygamberlerin “İsmet” sıfatı ve Yunus (as)’ın durumu Müslüman Kelamcılar arasında en çok tartışılan konulardan biridir. Bilinmelidir ki Peygamberlerin küçük günahlara kasten bulaşmalarının caizliği konusu alimler arasında ihtilaflı bir konudur, o yüzden bidat ve fasıklık ithamları gerektirmez. Cumhuru ulema nezdinde daha baskın olan fikir de bu günahların olabileceği yönündedir. Ancak bununla birlikte normal insanların da peygamberleri örnek alıp aynı günahları işlememeleri için hemen söz konusu günahlardan tövbe edilmesi gerektiğine vurgu yapmaktadırlar.
Müşrikler, Peygamberin Allah’ın emirlerine karşı gelmeyen ve emrolundukları şeyleri yerine getiren meleklerden olmasını istiyordu ancak Cenab-ı Hakk hikmeti ile peygamberlerin bizim gibi beşer olmasını uygun gördü.
Adudüddin el-Îcî “el-Mevâḳıf fî ʿilmi’l-Kelâm” kitabında şöyle diyor: “Kasten küçük günahlar işleme konusunu ise el-Cübbaî hariç cumhuru ulema caiz görmüştür”. Aynısını Şeyyid Şerif el-Cürcânî “Şerhu’l-Mevakıf” kitabında söylüyor. Hak ehlinin Peygamberler tarafından işlenen küçük günahların caizliği hakkında delil olarak kullandıkları ayetlerden biri de “Mûsâ, (Tûr’dan dönünce) şöyle dedi: “Ey Hârûn! Saptıklarını gördüğün zaman bana uymana ne engel oldu? Yoksa emrime karşı mı geldin?”. (Tâ-Hâ / 92-93). Hicri 450 yılında vefat eden İmam Maverdi de “En-Nüket Ve’l-Uyûn’’ kitabında bu konu hakkında şöyle diyor: “Harun (as) müfsidlerle oturup kalkınca ve onları engelleme konusunda ileri gitmeyince, Musa (as) bunu isyan ve karşı gelme olarak nitelendirdi.”
Bunların örnekleri arasında Hz. Adem (as) tarafından işlenen günah vardır. Kur’an-ı Kerim’de işlenen o amelden masiyet olarak bahsedilmiştir. Allah (cc) Tâhâ Sûresinde şöyle buyuruyor: “Âdem, Rabbine isyan etti ve yolunu şaşırdı… Sonra Rabbi onu seçti, tövbesini kabul etti ve ona doğru yolu gösterdi.” A’raf suresinde ise şöyle geçmektedir: “(Âdem ile eşi) Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” Burada her ikisi de masiyetlerini itiraf etmekte.
Ebu Mansur el Bağdadi, “Usulu’d-Din” adlı eserinde, isyanın günah ve vacib olan itaati bırakma anlamına geldiğini belirtiyor. Yine bir şeyi yapmaktan imtina etmek manasına geldiğini söyler. “Şerhu’l Akaid” adlı kitabında büyük İslam alimi Sadettin Taftazani şöyle nakleder: “Küçük günahlar ise, cumhuru ulema nezdinde caizdir, el-Cübbaî ve tebası hariç”. İmam Taftazani’nin burada demek istediği şey gerek İmam Eş’ari gerekse İmam Maturidi hatta Mutezile ve Mücessimeler dahil cumhuru ulemanın ortak sözüdür.
Burada nübüvvet makamına halel getiren bir şey yoktur. Çünkü onlar o günah üzerine durmuyorlar ve tövbe ediyorlar bu da onların makamını yüceltiyor. Burada da herhangi bir kötülük bulunmuyor.
Yunus bin Metta Kur’an-ı Kerim’de adı geçen peygamberlerden biridir. Kur’an’da adı “ZünNun” ve “Sahibu’l-Hut” olarak da geçmiştir. Nun büyük balık anlamında kullanılmıştır. Yunus (as) Irak’ın Ninova kenti sakinlerinden bir peygamberdir. Hakkında inen ayetlerde bahsedildiği üzere, Hz. Yunus (as) kavmini Allah’a davet etti ve iman etmemeleri durumunda onun azabından uyardı. Daha sonra onlara tutumlarından dolayı kızıp onları terk etti ve başka bir yere geçti. Sonra dopdolu ve batmak üzere olan bir gemiye binince denizin ortasında kalanlar için kimin atılacağı konusunda oylama yapılıyor ve Yunus seçiliyor. Bunun sonucunda Yunus denize atılıyor ve onu büyük bir balık yutuyor. Yunus (as) balığın karnında tam olarak belli olmayan bir süre kalıyor. Balığın karnında Yüce Allah’ı tesbih ve dua ediyor. Böylece Allah (cc) kendisini kurtarıyor ve balık onu geri kusuyor daha sonra kıyıya yorgun bir şekilde varıyor. Allah (cc) ona yaktin adında dalları yerde yayılan kabak türünden bir ağaç yaratıyor sonra onu 100 bin veya daha fazla sayıda olan bir kavmin yanına gönderiyor. Rivayetlere göre bu kavim Yunus (as)’ın ilk olarak kızdığı kavimdir ya da başka bir kavimdir.
Yunus’un hikâyesinde dikkat çeken şeylerden biri de peygamberlerin hatadan münezzeh olmalarına yönelik yapılan atıflardır. Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Zünnûn’u da hatırla. Hani öfkelenerek gitmişti de kendisini asla darda bırakmayacağımızı sanmıştı.” (Enbiya/87). Burada Yunus kime öfkeleniyor ve neden Yüce Allah hakkında öyle sanmıştır. Yine Kur’an’da şu ayet geçiyor: “Böylece, Yûnus kendini kınayıp dururken balık onu yuttu. Eğer o, Allah’ı her dâim tesbih eden kullardan olmasaydı, elbette insanların yeniden dirilteceği güne kadar o balığın karnında kalacaktı” (Saffat/142, 143, 144). Bu da Yunus’un suçlandığı bir iş yaptığının delilidir. Yunus (as) da şöyle dua eder: “Nihayet karanlıklar içinde: ‘Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum” (Enbiya /87) Allah (cc) Hz. Muhammed (sav)’i de şöyle uyarıyor: “Sen, Rabbinin hükmüne sabret. Balık sahibi (Yûnus) gibi olma” (Kalem /48) Bu da Yunus’un Allah (cc)’ın razı olmadığı bir şeyi yaptığına bir işarettir. Peki, bu nasıl oluyor?
İslam alimleri burada uzun tartışmalara giriyor. Bu gibi ilmi mevzuları konuşmanın yeri burası değil ancak bilinmesi açısından kısaca burada zikrediyorum. İslam alimleri Yunus (as)’ın Yüce Allah’a mı yoksa kavmine kızıp çekip gittiği konusunda ihtilaf etmiştir. İbn Mesûd, İbn Abbas, Hasan el-Basri, Şa’bî, Said bin Cübeyr, Vehb, İbni Kuteybe ve Muhammed ibn Cerir Yunus’un Allah’a öfkelendiğini ve nefsine uyup gururlanarak isyan ettiğini belirtmişlerdir. Hasan el-Basri ve ibni Abbas, Yunus’un nefsine uyup yüce Allah’a isyan ettiği vakit peygamber olarak görevlendirilmediğini, peygamberliğin ona balığın onu dışarı atmasından sonra olduğunu belirtirler. Balık hadisesinden önce Yunus (as)’ın ıslah edici olduğu belirtilir. Enbiya 87’deki “Fezanne en len nakdira aleyhi / Bizim kendisini hiçbir zaman darda bırakmayacağımızı zannetmişti” ayetinden Yunus’un Allah’ın kudreti hususunda şüphe etmiş olduğunu ifade eder Alimler. Yine Yunus (as) “Doğrusu ben, (nefsine) zulmedenlerden oldum…” (Enbiya /87)demesinden İslam alimleri, zulüm kötü isimlerdendir. Çünkü Cenâb-ı Hak, “İyi bilin ki, Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir…” (Hud /18) buyurmuştur. İslam alimleri, Cenabı Hakk’ın “O kınanmış bir halde iken, kendisini hemen balık yutmuştu.” (Saffat /142) ayetindeki “Mulimun” yani kınanmış ve levmedilmiş birisinin günahkar olduğunu belirtmişlerdir.
Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de başta Nuh, Âd, Semud ve Medyen halkı gibi semavi musibetlere uğrayan kavimleri delil göstererek, inkar ve isyan duygusu taşıyanları “Allah onlara asla zulmediyor değildi, fakat onlar kendilerine/nefislerine zulmediyorlardı” (Al-i İmran, 3/117; Tevbe, 9/70; Yunus, 10/44; Nahl, 16/33; Ankebut, 29/40; Rum, 30/9) diyerek defalarca ikaz etmiştir. Bir kısım ayetler de ise ikazın şekli “Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar nefislerine zulmettiler” (Hud, 11/101; Zuhruf, 43/76; Nahl, 16/118) tabirine dönüşmüştür.
Yine “kendilerine/nefislerine zulmetmek” ifadesi Kur’an’ın bir kısım ayetlerinde Allah’ı inkâr etmek yâ da şirk koşmak (Bakara, 2/51; Nahl, 16/28; Kehf, 18/35; İbrahim, 14/45), bir kısım ayetlerde nimetlere karşı nankörlük etmek (A’raf, 7/160; Sebe, 34/19), bazı ayetlerde kötülüklere ve günahlara dalmak (Al-i İmran, 3/135; Nisa, 4/64, 97, 110; Mü’minun, 23/107; Tevbe, 9/36; Fatır, 35/32; Saffat, 37/113) ve bir kısım yerlerde ise Allah’ın ayetlerini önemsememek, emirlerini dinlememek veya yalanlamak (A’raf, 7/177; Talak, 65/1; Bakara, 2/231) manalarında kullanılmıştır.
Neticede Hz. Yunus Kur’an’ın açık ifadesiyle nefsine zulmetmiş ve Allah’ın kınadıklarından olmuştu. O bu durumunda ısrar etmek yerine tevbe etmeyi seçti. Dolayısıyla da arınanlardan oldu. Bizim bu bağlamda Hz. Yusuf’a hâşâ tân etmemiz, onu kınanamız düşünülemez. Aksine onun izinden giderek tevbe edenlerden olmamız gerekir. Ehl-i Sünnet başta olmak üzere İslâm ulemasının da görüşü bu yöndedir.
Her ne ise konuyu fazla uzatmaya hacet duymuyorum, bu konuda detaylı okuma yapmak isteyenler Fahredin er-Razi, Kurtubi, İbn Cerir, imam Suyuti ve ibn Kesir’in tefsirlerine başvurabilirler. Çok ince bir konu olduğu için tafsilata girmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Bu ilmî bir mevzudur ancak ilim ehli konuşmalıdır. Programda ne Yunus (as)’a ne de Peygamberlerin ismet sıfatına yönelik bir ifadem olmamıştır, olamaz da. Yüce Allah’ın Hz. Peygamber (sav)’i uyardığı “Balık sahibi (Yûnus) gibi olma!” (Kalem /48) ayetindeki bir uyarıyı bugünün Müslümanlarına yapmıştım. Tekfire karşı Müslümanları uyarmıştım. Ama maalesef birileri uyarıyı bilerek çarpıttı ve çarpıtmaya devam edecekler. Müslümanlar da peygamlerler gibi tebliğ ve davet ile sorumludurlar. İnsanları zorlama, lanet okuma ve tekfir etme gibi hakları yoktur. Kitlelerin neden peşlerinden gelmediği gibi zehaba kapılmamalıdırlar. Hidayetin Yüce Allah’tan olduğunu bilmelidirler. Müslüman zaferden değil seferden mes’uldür. Yüce Allah şöyle buyurdu: “İşte biz mü’minleri böyle kurtarırız” (Enbiya /88). Rabbim hepimizi kurtarsın ve hidayet nasip etsin…
Külbe-i ahzân’ında âh ü fizâr bir Simurg. Ehl-i hikmet muhibbi ve hakikat arayıcısı bir yolcu. Uluslararası ilişkiler, ilahiyat, dinler tarihi ve felsefe alanlarıyla iştigal eder, hududü’l...
DETAYLAR