‘Ebi! Ne zaman rahata kavuşacağız?

Yıllarca zindanlarda işkence görmüş ve orada yüce Allah’a ruhunu teslim etmiş olan ünlü İslam âlimi Ahmed bin Hanbel’in oğlu Abdullah bir gün babasına “Ebi(baba)! Ne zaman rahata kavuşacağız?” diye sorar. Ahmed bin Hanbel oğluna döner ve gözlerinin içine bakarak şu cevabı verir: “Cennete ilk adımını attığın zaman rahata kavuşursun.”

Allah Resulû ve ashabı da benzeri sıkıntılara ve musibetlere dücar olmuş, hatta Mekke’de işkencenin ayyuka çıktığı dönemlerde hep birden “Meta Nasrullah? (Allah’ın nusreti, zaferi ne zaman?” diye sormuşlardı. Yüce Allah da onlara şöyle cevap vermişti: “em hasibtüm en tedhulü-l cennete ve lemma ye’tiküm meselüllezine halev min kabliküm, messethüm’ül be’sâü ve’ddarrâü ve zülzilü…” (Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk, işkence ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah’ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.) (Bakara / 214)

Süphanallah! Düşünenlere ne güzel öğütler bunlar… Düşünene, taakkul edene, tefekkür edene, tedebbür edene ve tezekkür edene namütenahi ufuklar saçıyor…

Gün gelir yorulursunuz. Hayatın tüm meşakkatleri sizi sarıp sarmalar. Dinlenmek için de uyumak, kestirmek ve rahatlamak istersiniz. İşte, bu kritik anlarda kendi kendinize şu soruyu sormanız icab eder: Hayatım nereye doğru akıyor? Eğer, Allah’a ve cennete doğru akıyor ise işinizin başına dönüp, ona devam etmelisiniz. Yok, eğer gidişiniz sizi dünyanın karanlık dehlizlerine sürüklüyor ise o zaman durup hayatınızı yeniden gözden geçirmelisiniz. Yani kıblenizi doğru tayin etmenin vakti hâsıl olmuştur…

Filhakika, bugün bizim problemimiz çok yorgun olmamızdan kaynaklanmıyor. Bilakis sorun çok dinlenmemizden ortaya çıkıyor. İşlerini yapan biri dinlenmek ister. Rabbine karşı sorumluluklarını yerine getirenler rahatlamak ister. Fakat hakikaten biz sorumluluklarımızı hakkıyla yerine getiriyor muyuz? İbadetlerimizin hakkını veriyor muyuz? Kur’an ahlâkını yerli yerince yaşıyor muyuz? Teheccüd namazına kalkanlarımız kaldı mı? Sabah namazlarının hakkını veren var mı? Mescidlerde yüce Allah’a yakaran gözü yaşlılarımız var mı? Ticaretiyle, yaşantısıyla yani ahlâkı ile iman etmeyenlerin dahi kalbini sarsan ahlâk abidelerimiz var mı? Allah’ın kitabını hakkıyla anlayan var mı?

Şimdi söyleyin Allah aşkına “Dinlenmeye ihtiyacımız var mı?”

Nijeryalı bir Müslüman anlatıyor: Annesi onu ibadet etmesi için gecenin son üçte birinde teheccüd namazı için uyandırırdı. Bir gün annesine, “Anneciğim! Biraz dinlenip rahatlamak istiyorum.” deyince annesi de ona şöyle demiş: “Ben de seni sadece rahatlaman için kaldırıyorum, evladım. Cennete girdiğin zaman rahatlarsın.”

Selef ulemasından Mesruk, secdede iken uyurdu. Arkadaşları dediler ki: “Kendini biraz dinlendirip rahatlatsan olmaz mı?” Mesruk da şöyle dedi: “Ben de zaten onun rahata kavuşması için böyle yapıyorum.”

Acele rahata kavuşmak için görevlerini terk edenler aslında azaba doğru acele etmiş olurlar.

Rahata kavuşmanın yolu: Salih ameller işlemekten, insanlara yararlı olmaktan ve zamanı Allah’a yaklaştırıcı işlerle değerlendirmekten geçer.

Hz. Peygamber dünya meşgalelerinin kendisini sardığı zaman abdest alır namaza dururdu. Yine Resulullah, ezan vakti gelince, “Erihna yâ Bilâl!”, “Bizi ferahlat ey Bilâl! derdi.

“Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar.” (İnsan / 27)

Ne yarını düşünürler, ne de geleceği. Bu yüzden hem bugünü hem de yarını kaybederler. Yaptıklarını da kaybederler, sonucunu da yitirirler. İşin başında da, sonunda da ziyandadırlar.

Hayat böyle yaratılmıştır. Sonunda ölüm vardır. Bulanık bir içecek, istikrarsız bir karışımdır. İçinde nimet de vardır, külfet de, sıkıntı da vardır, rahatlık da; zenginlik de vardır, fakirlik de…

“Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah’a döndürülürler. Bilesiniz ki hüküm yalnız O’nundur ve O hesap görenlerin en çabuğudur.” (En’am / 62)

Cennetten önce rahatlık yoktur. Bu âlemde sıkıntılar, sarsıntılar, fitneler, musibetler, imtihanlar, hastalıklar, endişeler, hüzün ve kederler vardır.

“Andolsun! Biz, insanı (yüzyüze geleceği nice) zorluklar içinde yarattık.” (Beled / 4)

Dinlenmek isteyen, rahatlamak isteyen hakiki mü’minler, yüzlerini Allah’a ve cennete çevirenlerdir. Mü’minlerin dünyadaki rahatlıkları da ibadetlerle olur. Onlar ibadetten, taattan aldıkları tadı başka hiçbir şeyde bulamazlar…

Cennetteki rahatlığı ve mutluluğu hissetmek isteyenler, ayrıca bayramların beraberinde getirdiği havayı da teneffüs etsinler. Çünkü bayramlarda yüce Allah, yeryüzüne bereketler yağdırır… İnsanların yüzünde tebessümler kendiliğinden belirir… Kâinat 24 saat tekbirler ile yankılanır… Cennetin kokusu mü’min ruhları kendine çeker… Güneş ise bir başka doğar…

Rabbim, bayramların hakkını verenleri cennetinde rahatlığa kavuştursun…

Bayramınızı tebrik ediyor ve sözlerimi İslam şairi Mehmet Akif Ersoy’un şu şiiriyle noktalıyorum:

Uyan!

Baksana kim boynu bükük ağlayan?
Hakk-i hayâtın senin ey Müslüman!
Kurtar o biçâreyi Allah için.
Artık ölüm uykularından uyan!

Bunca zamandır uyudun, kanmadın;
Çekmediğin kalmadı, uslanmadın.
Çiğnediler yurdunu baştan başa,
Sen yine bir kerre kımıldanmadın.

Ninni değil dinlediğin velvele…
Kükreyerek akmada müstakbele
Bir ebedî sel ki zamandir adı;
Haydi katıl sen de o coşkun sele.

Karşı durulmaz cereyan sîneçâk…
Varsa duranlar olur elbet helâk.
Dalgaların anlamadan seyrini,
Göz göre girdâba nedir inhimâk?

Dehşet-i mâziyi getir yâdına;
Kimse yetişmez yarın imdâdına.
Merhametin yok diyelim nefsine;
Merhamet etmez misin evlâdına?

“Ben onu dünyaya getirdim…” diye,
Kalkışacaksın demek öldürmeye!
Sevk ediyormuş meğer insanları,
Hakk-ı übüvvet de bu câniliğe!

Doğru mudur ye’s ile olmak tebah?
Yok mu gelip gayrete bir intibah?
Beklediğin subh-ı kıyamet midir?
Gün batıyor sen arıyorsun sabah!

Gözleri mâziye bakan milletin,
Ömrü temâdisi olur nekbetin.
Karşına müstakbeli dikmiş Hudâ,
Görmeye, lakin daha yok niyyetin!

Ey koca Şark! Ey ebedî meskenet!
Sen de kımıldanmaya bir niyyet et.
Korkuyorum Garb’ın elinden yarın,
Kalmıyacak çekmediğin mel’anet.

Hakk-ı hayatın daha çiğnenmeden,
Kan dökerek almalısın merd isen.
Çünkü bugün ortada hak sahibi,
Bir kişidir: “Hakkımı vermem!” diyen.

TURAN KIŞLAKÇIGazeteci, Yazar

Külbe-i ahzân’ında âh ü fizâr bir Simurg. Ehl-i hikmet muhibbi ve hakikat arayıcısı bir yolcu. Uluslararası ilişkiler, ilahiyat, dinler tarihi ve felsefe alanlarıyla iştigal eder, hududü’l...

DETAYLAR
ARŞİV