Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam tarafından kutsal sayılan Kudüs, bütün bu ilahi dinlerden vecihler taşır. Kudüs, Davud (a.s.) döneminde başkent ilan edildi; oğlu Süleyman (a.s.) döneminde ise en ihtişamlı dönemini yaşadı. Tarihi önemi ve mistik görünümü ile Kudüs, birçok kez kadim Fars ve Mısır medeniyetlerinin işgaline uğradı. Bu işgallerden en tahripkarı Babil kralı Buhtunnasır’ın (İ.Ö.) 586 yılında buraya düzenlediği saldırı idi. Buhtunnasır’ın burada yaptığı katliam ve kıyım tarih kitaplarında geniş yer ayrılan en kanlı olaylardan biri oldu. Ayrıca Hz. İsa (a.s.) dünyanın bu en güzide kutsi yerinde dünyaya gözlerini açtı ve yine bu kentte Roma’nın iftiralarına ve işkencelerine maruz kaldı. Daha sonra Hıristiyan Bizans İmparatorluğu’nun ve kısmen bir ara Fars İmparatorluğu’nun eline geçen Kudüs, Hz. Ömer (r.a.) döneminde Müslümanlarca fethedildi.
Hıristiyan dünyası Kudüs’ü almak için buraya sekiz Haçlı Seferi düzenledi. 1099 yılında bu kutsal kente giren Haçlı ordularının işledikleri kıyım, Buhtunnasır’ın geçmişte yaptığı katliam ve vahşeti unutturdu. Bu olaylardan büyük ders alan dağınık durumdaki Müslüman toplumlar, Selahaddin Eyyubi komutasında bir araya gelerek 1187’de şehri tekrar geri aldılar. Böylece şehir, Hz. Ömer döneminde gördüğü adil idari yapıya bir daha kavuştu. Eyyubiler ve Memlukler döneminde şehirde, Harem-i Şerif olarak adlandırılan bölge onarıldı ve minareler ile süslendi.
1517-1917 yılları arasında Osmanlı hakimiyeti altında olan Kudüs, yine tarihte eşi görülmemiş bir adil idare ve huzur ortamına kavuştu. Bu dönemde Müslümanlara ait kutsal yerler başta olmak üzere Hıristiyanlara ve Yahudilere ait mekanlar dahi ciddi bir restorasyondan geçti. Kudüs’ü Kudüs yapan eşsiz surlar ve kapılar bu devirde Mimar Sinan ekolü tarafından inşa edildi. Bazı tarihçilerin ve İsrailiyatçıların söylediği gibi surlar Süleyman Peygamber dönemine değil, tümüyle bizzat Kanuni Sultan Süleyman devrine, Mimar Sinan ekolüne aittir.
Kudüs sorunu II. Abdülhamit devrinde birden bire yine dünya gündeminin birinci sırasına oturdu. ?Yahudi Devleti? kitabının yazarı ve Siyonizmin fikir babası Theodor Herzl Batı’nın da desteğiyle, Kudüs’ü almak için Osmanlı’ya karşı çeşitli desiselere başvuruyordu. 1897 yılındaki Basel Kongresi’nde Siyonistler Filistin’e Yahudi göçüne izin vermeyen II. Abdülhamit’in mutlaka düşürülmesine karar verdi. Daha sonra Fransa ve İngiltere arasında hazırlanan Balfour Deklarasyonu ile Filistin, 11 Aralık 1917 yılında İngilizlerin eline geçti. İngilizler ayrıldıkları 1948 yılına kadar bölgede Osmanlı’nın izlerini silmek için dünyanın her yerindeki Yahudileri, Siyonistlerin planları çerçevesinde adım adım buraya göç ettirdi. Bir anda Filistin’in demografik yapısı alt üst oldu. Bu dönemde hem İngilizlere hem de Siyonist Yahudilere karşı en önemli mücadeleyi, Çanakkale’de savaşmış olan bir Osmanlı beyefendisi, Kudüs Müftüsü Hacı Emin el-Hüseyni üstlendi. Kudüs Müftüsü İngilizlerin çekildiği tarihe kadar 27 yıl Kudüs davasının en yılmaz savunucusu oldu. 14 Mart 1948’de İngilizler bölgeden çekildiğinde, buraya getirilen Yahudiler İsrail devletini ilan ettiler.
1948’de Müslüman toprağı üzerinde kurulan İsrail, bölgedeki varlığını meşrulaştırmak için çeşitli politikalar takip etmektedir. Filistin halkına yapılan zulümler, işkenceler, sürgünler, Müslümanların topraklarından zorla çıkarılmaları gibi uygulamalarla ve yeni işgallerle kamuoyunun tepkisini çeken İsrail, devlet olarak kendisini geri plana çekip üzerine bir sorumluluk almadan hedefine ulaşmaya yönelik politikalar gütmeye başlamıştır. Bu bağlamda yürüttüğü politika, arkeolojik kazı projeleri olmuştur. Bu kazılar çerçevesinde aslında İslam mirasını Filistin topraklarından silebilmek için uğraşmaktadır. Geliştirdiği bu politikanın ne kadar sinsi ve tehlikeli bir yöntem olduğu, Kudüs’ün Müslümanlar ve İslam dünyası için önemi göz önüne alındığında daha net anlaşılacaktır.
Bilakis, Kudüs’ün Müslümanlar nazarında çok önemli ve yüksek bir yeri vardır. Çünkü burada en başta Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa bulunmaktadır. Mescid-i Aksa Kur’an-ı Kerim’de açık bir şekilde adı geçen iki mescitten biridir. Diğeri de, içinde Kabe’nin bulunduğu Mescid-i Haram’dır. Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ilk Müslümanlar, İslam’ın ilk yıllarında 17 ay boyunca namazlarını Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya dönerek eda etmişlerdi. Bunun yanı sıra, Hz. Peygamber’in Mescid-i Haram’dan başlayan gece yolculuğu (İsra) Mescid-i Aksa’da noktalanmış, buradan da miraca yolculuğu başlamıştır. Hz. Ali (r.a.) şöyle demiştir: ?Mekanların efendisi Kudüs, kayaların efendisi de Kudüs’teki kayadır.?
İslam Mescid-i Aksa üzerine kutsallık, keramet ve heybet örtüsü örtmüştür. Hz. Peygamber (s.a.v.) Mescid-i Aksa’da kılınan bir namazın Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi dışındaki mescitlerde kılınan namazdan 500 kat daha fazla sevap olduğunu bildirmiştir. Yine İslam fıkhında ifade edildiğine göre hac veya umre için Kudüs’ten ihrama girmek müstehaptır. Çünkü bir hadiste şöyle buyrulmuştur: ?Her kim hac ya da umre için Mescid-i Aksa’da ihrama girerse geçmiş günahları bağışlanır.? Geçmiş yüzyıllardaki Hacc yolculukları ile ilgili yazıları okuduğunuzda dünyanın birçok yerindeki Müslüman’ın Kabe’ye düzenledikleri seferlerinde mutlaka Kudüs’e de uğradıklarını görürsünüz.
Müslümanlar İslam güneşinin doğuşundan beri Kudüs’e değer verip saygı göstermişlerdir. Filistin’e ve Mescid-i Aksa’ya eskiden beri önem verdiklerinin bir göstergesi de tarihte yüzyıllar boyunca buralarla ilgili küçük büyük her şeyden söz etmiş olmaları, buralar hakkında detaylı analizler yapıp bu kutsal yerleri ebedileştirircesine büyük çapta kitaplar yazmış olmalarıdır. Hz. Ömer (r.a.) döneminde Müslümanların denetimine geçen Kudüs’te geçmişten bugüne birçok İslam alimi yetişmiştir. Kudüs’te Müslümanlar için kutsal sayılan şeyler arasında Mirac Kubbesi, Hz. Peygamber’in Mihrabı, Burak Duvarı ve Hicri 14, Miladi 635 yılında yapılmış olan Hz. Ömer Camii (Kubbetü’s-Sahra) vardır. Ayrıca Kudüs’te birçok sahabinin mezarı da bulunmaktadır.
Kudüs’teki Harem-i Şerif’in Süleyman Mabedi’nin merkezi olduğunu iddia eden Yahudiler, uzun yıllardır burayı yıkmak ve tahrip etmek için birçok desiselere başvurmaktadır. Bunların başında özellikle son günlerde dünyanın gündeminden düşmeyen, Harem-i Şerif’in içinde bulunan Mescid-i Aksa’nın altında kazılan tüneller gelmektedir. İsrail’in yaptığı bu tüneller Aksa’ya ciddi manada zarar vermektedir. Ayrıca İsrail’in Ağlama Duvarı’nın alanını genişletmek için yıkma kararı aldığı Harem-i Şerif’e giden Mağrib Kapısı’ndaki tarihi yol ve o yol üzerindeki iki mescit de bugün yıkımın eşiğindedir.
Bazı Batılı yazarlar ?uzak? manasına gelen ?aksa? sözcüğünden hareketle Mescid-i Aksa’nın Kudüs’teki mescit olmadığını söyleyerek yeni neslin burası ile ilgili bilgilerini saptırmak istemektedirler. Öte yandan, basın-yayın organlarından altın kaplamalı Hz. Ömer Mescidi’nin, Mescid-i Aksa olarak gösterilmeye çalışılması da Müslümanların dikkatle üzerinde durması gereken konulardandır.
İslam dünyası özellikle Kudüs’ün demografik ve mimari yapısını iki asırdır altüst eden ve Mescid-i Aksa’yı yıkmayı hedefleyen İsrail’in acilen durdurulması için girişimlerde bulunmalıdır. Mescid-i Aksa’daki tünel çalışmalarının durdurulması için geniş sivil toplum hareketleri başlatılmalıdır. İsrail’in Filistin ve Kudüs’t
Külbe-i ahzân’ında âh ü fizâr bir Simurg. Ehl-i hikmet muhibbi ve hakikat arayıcısı bir yolcu. Uluslararası ilişkiler, ilahiyat, dinler tarihi ve felsefe alanlarıyla iştigal eder, hududü’l...
DETAYLAR