TERÖRLE İLE TERBİYE EDİLEN COĞRAFYAMIZ
21. YÜZYIL NEDEN “TERÖRİZM YÜZYILI” İLAN EDİLDİ?
İstanbul’dan Paris’e, Cakarta’dan Tanca’ya coğrafyamız ve dünyamız terörün esiri olmuş durumda. Terörle oturup, terörle kalkıyoruz. Dünya genelinde yapılan anketlerde, hemen her ülkede “terör sorunu” birinci sırayı almış durumda. Hemen her ay dünyanın farklı bir noktasında patlamalar oluyor. Ölenlerin ekseriyetini her zaman olduğu gibi yine siviller oluşturuyor.
Geçen hafta İstanbul’da gerçekleşen terör saldırısı ile aylardır Diyarbakır ve civarında yaşananlar terörün en acı örneklerinden biri. Kanadalı yazar Eric Walberg, “Postmodern Emperyalizm: Jeopolitik ve Büyük Oyunlar” adlı kitabında, “Batı, bir ülke çok fazla bağımsız davranırsa sınırları içinde terörü hortlatır” der ve buna örnek olarak ABD’nin dost ve müttefiki olan Türkiye’yi PKK’yı gizlice destekleyerek hizada tutmasına yer verir. PKK kartının sadece ABD tarafından değil Rusya ve İran tarafından da nasıl kullanıldığı da bilinen bir gerçek.
TERÖRİZM YÜZYILI
Geçen asrı “Şiddet veya aşırılıklar asrı” olarak adlandıran uzmanlar, 21. yüzyılı bilim adamlarının nazarında “iletişim ve teknoloji çağı”, feylesoflar nazarından “post-modern çağ” ve uluslararası ilişkiler uzmanları nazarından da “terörizm yüzyılı” olarak adlandırıyorlar. Ve ilginç olan post-modern çağda iletişim ve teknolojiyi en iyi kullananlar da teröristler. Buradan çıkan sonuçta şu: Bu asır, post-modern terörün hakim olduğu bir çağ. Postmodern terör örgütlerinin bir özelliği de, birçok devlet tarafından aynı anda kullanılabiliyor olması.
Peki! Post-modern terör nasıl ortaya çıktı? Neden İslam bunun ekseninde yer alıyor? Ve hangi zeminlerden istifade ederek zuhur etti? Bu soruların peşine düştüğünüzde, halihazırda içinde bulunduğumuz terör çağını iyi anlar ve zihin karışıklığının nedenlerini de çok rahatlıkla görmüş olursunuz.
SOĞUK SAVAŞ SONRASI DÜŞMAN ARAYIŞI
1990’larda Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle birlikte, dünyadaki kurulu dengeler bir kez daha değişti. Enerji odaklı yeni değişim, Brzeski’nin “Büyük Stranç Tahtası”nı yeniden kurdu. Vahşi Batı, enerji ve güvenlik eksenli yeni siyasetini ortaya koyacaktı fakat bu kez düşmanı kim olacaktı?..
ABD’nin hakimiyetindeki tek kutuplu “Yeni Dünya Düzeni” dünyaya güvenlik endişeleriyle dolu bir paranoya yaşatma şeklinde tecelli etti. 1990 sonrası tek kutuplu bir hale dönüşen dünya, yeksesak ve alternatifsizdi. Yeni dünya düzeniyle insanlık özgürlükleri ve seçenekleri alınmış, at gözlüğü takılarak korku tünelinde dolaştırılan figüranlar haline getirildi.
Emperyalizm ve Siyonizm 90’lı yıllarda Washington’da, Neo-conlar (Yeni Muhafazakarlar)’ın çatısı altında biraraya geldi. Her ikisi için de makul yeni düşman İslam’dı. Neo-conların hedefi, Müslüman karşıtı Haçlı Seferlerinin şeklini yeni çağa uyarlayan bir “medeniyetler çatışması” için zemin hazırlamaktı. Bu, artık güçlenmiş olan aşırı tutucu Hıristiyanları kışkırtan evanjelik dinsel bir hava ve efsanevi Müslüman suikastçı Haşhaşilerin güncel versiyonuyla tamamlanmalıydı. Bunun için yeni düşman İslam’ı vurmayı meşrulaştıracak Haşhaşiler zuhuru için zemin hazırlanmaya başlandı.
ENTELEKTÜEL BEYNİN İŞGALİ
Batı, Soğuk Savaş sonrası ilk olarak entelektüel beyinleri işgal etmeyi ve ardından Müslüman dünyayı medya ile şeytanlaştırmayı hedefledi. Bu çerçevede, “Tek Kutuplu Dünya” vurgusunun yapıldığı günlerde Fukuyama tarafından kaleme alınan “Tarihin Sonu” adlı makale, ABD’nin dünya egemenliğine vurgu yapan, Batı medeniyetinin mükemmele ulaştığını, artık aşılamayacağını, dolayısıyla bütün dünyanın ABD-Batı, daha doğrusu Anglo-Judaik medeniyete teslim olması gerektiğini ifade ediyordu. Bu makalenin ardından başka bir sipariş makale daha İslam dünyası başta olmak üzere dünya entelijasiyasının gündemine düştü. Samuel Huntington’un kaleme almış olduğu “Medeniyetler Çatışması” adlı tezi. Bu makale, SSCB-Doğu Bloku’nun bertarafı üzerine kendine yeni işgal alanları ve “düşman” arayan ABD-Batı’ya tezler sunuyordu.
ABD-Batı, bu projesi ile İslam’ı hedefe koymuş, uygulayacağı yeni politikaları bu tez ve etrafında yazılan-konuşulan-gösterime giren materyallerle örgüledi, başta kendi iç kamuoyu olmak üzere dünya kamuoyunu buna ikna etmeye çalıştı. İslam dünyasını, Müslümanları bu süreçten sonra ötekileştirdi, “şeytanlaştırdı”, Batı medeniyetine en büyük tehdit olarak sundu ve planladığı politikaları için zemin hazırladı.
11 Eylül terör olaylarından sonra, teorik alt yapısı önceden hazırlanan, yeni ideolojinin uygulanışı için aranan altın fırsat Batı tarafından yakalandı. Dünya siyaseti bir anda altüst oldu. Diplomasi mantığı kökten değişti. İstihbarat mantığı değişti. Tehdit tanımları değişti. Mücadele yöntemleri değişti. Artık diplomaside masaya oturarak ikna dönemi bitti. Politikalarınızı belirliyorsunuz, o politikalara dönük kurgular yapıyorsunuz; kurgularınızı hayata geçirmenize malzeme sağlayacak bir dizi olay gerçekleştiriyorsunuz, sonra da şantajla, zayıflara baskı yaparak; güçlülere tavizler vererek diplomasi uyguluyorsunuz. Kurgular ve ona bağlı bir dizi operasyon üzerine bina edilen diplomasi size, “ya bizdensiniz ya da bize karşısınız” netliği ve kolaylığı veriyor.
DÜNYA KAMUOYUNUN İĞFALİ
11 Eylül sonrası, global terör eylemleri dünyanın dört bir yanında patlak verdi. Bali Adası’ndan Kazablanka’ya, Mombasa’dan Madrid’e, İstanbul’dan Londra’ya dünya adeta sarsılıyordu. Geçen yüzyılın tüm örgütleri ve mafya liderleri yeni terör eylemleri karşısında şok yaşıyorlardı. Yoksa, Yunan tanrıları yeniden dünyayı altüst etmek için gelmişlerdi. Ya da bilimin halen tanımlayamadığı ufolar yeryüzüne inmişlerdi. Çünkü, ne BM, ne AB ne de dünya ülkeleri henüz teröre ortak tanım bulmuş değil.
Batının yeni tanrıları, Yunan mitoslarındaki tanrılar gibi kamuoyunu iğfal etmeye başladı. Bu kez Prometheus’un peşinde olduğu şey ateş değil medya idi. Pandorası da Hollywood’du. Dünya kamuoyu İslam dinine karşı yalan dolan bilgilerle dolduruldu. TV’ler, gazeteler sürekli “terrorist”, “cahil”, “barbar”, “gayrı medeni” Müslüman imajı pompalıyordu Batılı zihinlere. 2013’ün sonunda DAEŞ terör örgütü ile zirveyi yakaladılar.
Dünyada İslam’a, Müslümanlara karşı “düşmanlık”, “nefret” zirve yaptı. Dünya medyası, Hollywood, TV’ler, araştırma merkezleri hep bu tehdit ve tehlike ile yatar-kalkar oldu. İslamofobia batıda hızlı bir şekilde yayıldı. Dünya kamuoyu ve zihinler Müslümanların “barbar”lığına, “tehlikeli” olduğuna ikna edildi. Ardından işgaller ve katliamlar başladı. Bugün Suriye’de Esed rejiminin yaptığı onca barbarlığa rağmen dünyanın katliamlar karşısında sessiz olmasının altında bu alçak propaganda var.
MEDYA İLE BARBARLAŞTIRILAN MÜSLÜMANLAR
Soğuk Savaş ve 11 Eylül sonrasında bol malzeme ve görsel araçlarla dünya kamuoyuna pazarlanan “İslami terör”, “fundemantalizm”, “cihadizm”, “intihar saldırıları” gibi söylemler ve “El Kaide”, “Daiş”, “Boko Haram” figürleri Müslümanlar ve İslam coğrafyası üzerine çalışılmış politikalara altyapı, propaganda unsuru olarak görmek yanlış olmayacaktır. Küresel sosyal mühendislik yıllarca o kadar ince ince dokunduki; hayal mahusulü onlarca olaya medya aracılığı ile inanır oldu dünya kamuoyu.
Daniel Pipes’ten Bernard Lewis’e birçok batılı düşünür İslam’ı bir tehdit olarak anlatıyorlardı, Edward Said’den John Esposito’ya birçok düşünür de bunun bir oyun olduğunu gözler önüne sermeye çalışıyordu. Edward Said “Haberlerin Ağında İslam” adlı kitabıyla batının yıllardır İslam’ı ve Müslümanları medya ile şeytanlaştırma yöntemlerinin ne kadar çirkef olduğunu deşifre etti. Ünlü düşünür John Esposito ise, “The Islamic Threat: Myth or Reality?” (İslami Tehdit: Uydurma mı; Gerçek mi?) adlı kitabında İslam’ı batılıların anlayacağı şekilde mantıklı ve inandırıcı bir şekilde tartıştı. Sabırla kanıtlarını bir bir ortaya koyarak İslam’ın tehdit teorisini çürüttü.
Ünlü Fransız düşünür Roger Garaudy de, “Çöküşün Öncüsü ABD” ve “Batı Terörizmi” adlı kitaplarıyla yeryüzündeki tüm terörün kaynağının Batı olduğunu ortaya koydu. Garaudy kitaplarında, Batı terörüne karşı yeni mücadele yöntemleri öneriyordu.
ORTADOĞU’DA TERÖRÜN TARİHİ
Ortadoğu her zamanki sakin ve barışçıl ortamında yürüyüşünü sürdürürken Siyonist örgütler bölgeye gelip yerleşti ve terörü bölgeye ilk getirenler de onlar oldu. Haganah, Stern ve İrgun terör örgütleri İsrail devletinin kurulmasından önce, yıllarca bu coğrafyada terör estirip, kan kusturdu. Pazar yerlerinden tutun yerleşim yerlerine kadar her yeri havaya uçuruyorlardı. İsrail’in kurucuları bu terör örgütlerinin liderleri arasından çıktı. Bugünde devlet terörünü en iyi kullanan ülkelerden biridir İsrail. Fransız yazar Vincent Monteil’in “İsrail’in Gizli Dosyası: Terörizm” adlı kitabı bu konudaki önemli kaynaklardan biridir.
Bu arada, İslamcı hareketleri terör ile ilk yaftalama girişimi 1954 yılında gerçekleşti. 1954 yılında meydana gelen “Lavon Olayı” İsrail’in bölgedeki terör eylemlerinde parmağının olduğunu gösteren en bariz olaylardan biridir. 16 Temmuz 1954’de Savunma Bakanı Pinhas Lavon “İngilizler’in Süveyş’i boşaltmasının anlamı”nı tartışmak için evinde bir toplantı yapmıştı. Lavon toplantıda “Mısır’daki İngiliz hedeflerine karşı sabotaj düzenleme” fikrini ortaya atmıştı. Bu sabotajların Mısırlılar tarafından yapıldığı izlenimi verilecek ve bu duruma sinirlenen İngilizler de ülkeden çıkmaktan vazgeçeceklerdi. Zamanın Mossad şefine göre de, bu operasyonun amacı “halkta kargaşa yaratarak Batı’nın varolan rejime karşı duyduğu güveni yıkmaktı.” Bu hedefe de İngilizler’in bu bölgeyi boşaltmasını önleyecek bir kriz yaratarak ulaşılmak isteniyordu.
İsrail askeri gizli servis üyeleri, kısa bir süre sonra Mısır’a gitti. Temmuz 1954 Mısır’ın başkenti Kahire ve Liman şehri İskenderiye’de Amerikan ve İngiliz mülkiyetlerine karşı ağırlıklı olarak yönlendirilmiş bir dizi bombalı suikast yapıldı. Her iki ülkenin elçiliklerine, kiliselere ve turistlerin gezdikleri yerlere peşi sıra bombalı saldırılar düzenlendi. Olaylarda birçok kişi öldü ve yaralandı.
Bu olaylarla, ülkenin yükselen gücü olan İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) cemaati karalanacak ve dönemin Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır’ın da yabancıları koruyamadığı imajı verilecekti. Böylece bölgeden İngiltere askerlerinin çekilmesi önlenecek ve batının dikkati sözde dini terör estiren İslami cemaatlere çevrilecekti.
Fakat İşler İsrail’in istediği gibi gelişmedi. Mısır istihbaratının bazı İsrail ajanlarını ABD büyükelçiliğini bombalamalarına bir kaç saat kala yakalamaları ve olayı deşifre etmeleri İsrail’in tüm hesaplarını alt üst etti. İsrail hükümeti, bu olayı önce İsrail Devleti’ne karşı atılmış büyük bir iftira olarak yorumladı ve hatta tarihte Yahudi topluluklarına yönelen “kan iftiralarına” benzetti. Bir süre sonra da apaçık olan durumu kabullenmek zorunda kaldı, ama tüm sorumluluğu Savunma Bakanı Lavon’un üstüne yıktı. Lavon istifa etti ve başarısız operasyon, tarihe “Lavon Olayı” olarak geçti.
İsrail ve Batı’nın yanı sıra Rusya’nın da terör eylemlerinde uzman olduğu unutmamak lazım. Rusya Devlet Başkanı Putin tarafından Londra’da zehirlenerek öldürülen Rus istihbaratında görev yapmış olan Aleksandr Litvinenko, yazdığı bir kitapta, Rusya’da 1999 yılında toplam 300 kişinin ölümü ile sonuçlanan apartman bombalanması olayı ve diğer birçok terrorist saldırıların Çeçenler tarafından değil bilakis Rusya Gizli Servisi FSB tarafından örgütlendiğini yazmıştı. Putin, bu eylemleri bahane göstererek Çeçenistan’a saldırmıştı.
Öte yandan, Avrupa’da da terörün tarihinin Soğuk Savaş dönemine uzandığını hatırlatmakta fayda var. 1970’ler ve 1980’lerde Avrupa birçok şiddete sahne olmuştu. Çoğu Avrupa ülkesinde insanları katleden ya da kaçıran, binaları havaya uçuran terör hücreleri ortaya çıktı. Terörist sol, ABD’de vardı ama önemsiz bir ölçekteydi.
Bu arada, İsrail’in hâlihazırdaki Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun yaklaşık 35 yıldır “Uluslararası İslami Terör” teorisi üzerinde çalıştığını belirtmeli. Netanyahu, dünyayı “İslami terör” konusuna ikna edip, ülkeleri ona karşı savaşa itmek etmek için uzun yıllar “korku teorisi” üzerine çalıştı. 1995 yılında neşredilen “Fighting Terrorism: How Democracies Can Defeat Domestic and International Terrorism” (Terörizmle Savaş: Demokrasiler İç ve Uluslararası Terörle Nasıl Mücedele Edebilir) adlı kitabında açık bir şekilde “Uluslararası İslami Teröre” karşı özelde ABD ve genelde batı kamuoyunun dikkatini buna çekmek için uğraştığını belirtti.
İSLAM DÜNYASININ SORUNU: “TERÖRİZE EDİLEBİLİRLİK”
Cezayirli ünlü Müslüman düşünür Malik bin Nebi, “Sömürülebilirlik” kavramı ile Müslümanların sömürgeleşme probleminin dışarıdan değil, içeriden kaynaklandığını belirtmişti. Nebi “insanlar sömürülebilir olduğundan sömürgeleştirilir” der. Bizde buradan hareketle, terör konusunda her suçu batıya atmak yerine içimizdeki gençlerin neden batı terörünün taşeronu haline geldiğini iyi analiz etmemiz gerekiyor. Bunu da “Terörize edilebilirlik” kavramı üzerinden açıklayabiliriz.
Son yüzyılda, Batı tarafından İslami değerlere karşı yürütülen kültürel savaşta, kültürümüz o kadar çarpıtıldı ve bozuldu ki tamamen mutasyona uğramış bir ucube halini almış durumda. DAİŞ terör örgütü bu ucube halin bir tezahürüdür. Batının kendi terörüne İslam kılıfı giydirerek ürettiği klonlanmış bir yaratıktır. Batının ve geçen asırdaki solun taktiklerini kullanan yeni sözde Müslüman örgütler, öfke ve kin ile hareket ederek batının bölgedeki birçok emelini meşrulaştırmaktadırlar.
Oysa ki, tüm dünya bilir ki, dünyaya savaş hukukunu Müslümanlar cihad ile öğretti. BM dahil uluslararası kurumların çoğu Müslümanların dünyaya savaş hukukunu öğrettiği hakikatini ikrar eder. Geçen asırda Cezayir’de Abdulkadir Cezairi, Fas’ta Abdülkerim el-Hattabi, Libya’da Ömer Muhtar, Filistin’de İzzettin Kassam, Kafkaslar’da Şeyh Şamil vb birçok direniş lideri emperyalizm ile nasıl mücadele edileceğini bize öğreten liderlerdi. İslam, kıyamete kadar cihadın var olduğunu söyler. Ancak savaşta sivillerin ne şartta olursa olsun öldürülmesine asla müsaade etmez. İntihar saldırılarını asla tasvip etmez. Zira İslam, ne kılıç dinidir ne de teslimiyet. İslam, barış ve savaşta da adaleti gözetir.
Sonuç olarak, Batı’nın bugün ürettiği bu ucube terörün bizim zaaflarımıza bina ederek yaptığı çalışmalar-projeler olduğunu da unutmayalım. İslam dünyasındaki işgaller, diktatör rejimler, her gün yaşanan onlarca katliam ve bunun üzerine cehalet, fakirlik, ayrılıklar, şiddet eğilimini de yüklediğinizde DAİŞ terör örgütünün nasıl adam devşirdiği çok rahatlıkla görebilirsiniz.
Külbe-i ahzân’ında âh ü fizâr bir Simurg. Ehl-i hikmet muhibbi ve hakikat arayıcısı bir yolcu. Uluslararası ilişkiler, ilahiyat, dinler tarihi ve felsefe alanlarıyla iştigal eder, hududü’l...
DETAYLAR