İsrail lehine yazdığı yazıları ile tanınan Amerikalı hukukçu ve yazar Alan Morton Dershowitz, “BM’de oylama Filistin’de barışı geciktirecektir” başlıklı yazısında yıllardır dillendirilen ancak tarih bilgisi olmayanlar ve hakikati araştırma güdüsü bulunmayan kişilerce kullanılan şu klişe sözleri gündeme taşıyor: “(1947’de) BM eski İngiliz mandasının biri Arap diğeri Yahudi iki devlete bölünmesini tavsiye etti. İsrail ve dünyanın büyük bir kısmı bu bölünme planını kabul etti ve İsrail devlet olarak bağımsızlığını ilan etti. Amerika, Sovyetler ve diğer büyük güçler bu ilanı ve bölünme planını kabul etti.
Arap dünyası ise tek bir ağızdan bu bölünme planını ve İsrail devletini tanımayı reddetti. İsrail devletine ayrılan yerlerde yaşayan Arap halk komşu Arap ülkeleriyle birlikte İsrail’e savaş ilan etti. Yaşama hakkını savunurken, İsrail nüfusunun, birçoğu Soykırımdan hayatta kalmayı başarmış olan %1 ini kaybetti. Buna rağmen Filistin’in liderleri bölünmeyi red ile kendilerinin neden oldukları olayı “nakba” yani felaket olarak adlandırıyorlar.”
Peki, Türkiye’de de bazı yazarlar tarafından iddia edilen bu görüş hakikaten doğru mu? Filistinliler 1947 yılında BM’nin sunduğu iki devletli çözümü niçin reddetti? Arap ülkeleri İsrail’e nasıl savaş ilan etti? Filistinlilere mi, dışarıdan getirilen Yahudi göçmenlere mi soykırım uygulandı?
Bu soruların cevabın vermeden önce kısaca BM’nin 1947’deki Filistin’i bölme planı öncesi bu topraklarda yaşananlar bir göz atmak gerekiyor. Osmanlı 1917’de yılında Filistin topraklarından birçok şehid verdikten sonra çekilmek zorunda kaldığında bölge İngilizlerin sömürgesi altına girdi. Filistin toprakları 1947 yılına kadar İngiliz sömürgesi altında kaldı. Osmanlı Filistin’den çekildiğinde ülkedeki Yahudi nüfusun sahip olduğu arazi oranı yüzde 2,5 idi. Filistin topraklarına Siyonist örgütlerin de desteğiyle Yahudileri çekmeye çalışan İngilizler, 1917’den 1947 yılına kadar 30 yılda verdikleri onca uğraşa rağmen sahip oldukları toprak alanlarını ancak 5,7’ye çıkarmışlardı. Bu rakamlar bile “Filistinliler topraklarını sattı” iddiasının ne kadar gülünç olduğunu ortaya koymuyor mu?…
İngilizler, 30 yıl boyunca dünyanın farklı yerlerinden Siyonist örgütlerle Filistin topraklarına gizlice Yahudi göçmenleri sokuyorlardı. Filistin’e yerleştirilen Yahudiler burada Yahudi devleti kurma çalışmalarını hızlandırdı. Bunun için Siyonistler 1920’lerde Hanagah, Irgun Zewai Leumi ve Sternbande adında çeşitli terör örgütleri kurdu. Birçok katliama ve suikaste adını yazdıran bu terör örgütleri, Filistin köylerini basıp Filistinlileri katlediyor ve göçe zorluyorlardı. Bu terör örgütleri aynı zamanda Afrika, İslam ülkeleri, Asya ve Avrupa’daki Yahudileri Filistin göç ettirmek için bu ülkelerde Yahudi semtlerine terör saldırıları düzenliyor ve bu katliamları Müslümanların üzerine atıyorlardı. Bu örgütlerin liderleri daha sonra 1948’de ilan edilen İsrail devletinin başkanları oldu. Geçmişte bu üç örgütle Filistinlileri yok etmeye ve asimile etmeye çalışan İsrail bugün “Devlet Terörü”ne başvurarak başka büyük hedeflerin peşinde koşuyor.
BM’nin 29.11.1947 sayılı taksim kararı çıkmadan evvel Yahudiler Filistin arazisinin ancak yüzde 5,7′sine sahip olabilmişlerdi. Fakat bu karardan sonra Yahudiler Filistin topraklarının yüzde 57′sine sahip oldu. Filistin toprakları 28 milyon dönümdür. 1948’de İsrail işgal devleti kurulduğunda Yahudilerin sahip oldukları arazi miktarı 2 milyon dönümdü. Yani tüm Filistin topraklarının % 7’si. Ancak Siyonist örgütler, Batılı emperyalistlerin de desteğiyle 1948 yılı içerisinde birkaç ayda Filistin topraklarının %78’ini işgal etti. 1900 yılların başlarında 850 bin Müslüman ve Hıristiyan’a karşın Filistin’de yaşayan Yahudi sayısı yaklaşık olarak 30 bin civarındaydı. Bunlar o toprakların insanlarıydı. Bunların sahip oldukları toprak yaklaşık olarak 200 bin dönümdü. 1947 yılında Filistinli nüfus 1 milyon civarında iken İngilizlerin ve Siyonistlerin örgütlerin Yahudi göçüne ve Nazi katliamına rağmen bölgede Yahudi nüfusu ancak 150 ila 200 bin arasında idi. Şimdi bu rakamları göz önüne alarak Filistinlilerin kendi topraklarında iki devletli çözümü neden reddettiklerine siz karar verin?
1948’de İsrail devletini ilan eden Siyonist örgütler, tarihi veya mandater Filistin olarak adlandırılan bölgenin yönetimini, 531 Arap köyünü yok ettiği ve insansızlaştırdığı bir süreçte ele geçirdi. Filistin topraklarını %78’i İsrail işgali altındaydı. Böylece, Filistinliler kendi topraklarında azınlık durumuna düştü. Filistin esas olarak Araplardan oluşan bir toplum köklerinden koparıldı ve yıkıma uğratıldı. Yaklaşık 800 bin civarındaki Filistinli de Yahudi katliamından kurtulmak için yurtlarını terk etmek zorunda kaldı. Bu da Filistin nüfusunun üçte ikisini oluşturmaktaydı. O gün sürgün edilen Filistinlilerin çocukları bugün beş milyonluk nüfuslarıyla Arap dünyasına, Avrupa, Avustralya ve Kuzey Amerika’ya dağılmış durumdalar.
Batı Şeria Ürdün, Gazze de Mısır toprakları içinde bırakıldı. Her iki bölge de 1967’de İsrail tarafından işgal edildi ve bugüne kadar da oldukça kuşatılmış bir durumda olan Filistin “otonomisi” altındaki birkaç alan dışında İsrail’in denetiminde kaldı. Başka bir deyişle İsrail 1948’de Filistin’in %78’ini 1967’de ise kalan %22’sini işgal etti. Batı Şeria ve Gazze birlikte tarihi Filistin’in %22’sini oluşturmakta ve bu, mevcut kavganın konusudur. Filistinliler bugün daha önce kaybettikleri %78 için değil, kalan %22 için kavga veriyor. Kalan %22 içinde İsrail hâlâ Batı Şeria’nın %60’ını, Gazze’nin ise daha %40’ını kontrol ediyordu ancak bugün Gazze’den çekilmesine rağmen bölgeyi 5 yıldır karadan, havadan ve denizden abluka altında tutuyor. Yani bugünlerde bir Filistin devleti olacaksa bile bu devletin birleşik bir toprağı olamayacak. Geri kalan da küçük parçalara ayrılacak, İsraillilerin inşa ettikleri, Filistin bölgelerini çepeçevre saran yollarla kontrol edilecek. Batı Kudüs bu tartışmada yok; hâlbuki BM kayıtlarına göre 19.000 dönümlük Batı Kudüs’ün 11.190 dönümü Araplara 4.830 dönümü de Yahudilere ait. Bu durum Filistinlilerin neden kendi topraklarında kapana sıkışmış olduklarını açıklamıyor mu? Bir de bunların üstüne İsrail’in inşa etmekte olduğu “Irkçı Duvar”ın ve Gazze’ye uygulanan ambargonun Filistinlilerin hayatını nasıl yaşanılmaz hale getireceğini varın siz düşünün…
İsrail devletinin ilanından beri, İsrailliler kör ve nihayette aptalca saldırılarla Filistinlileri boğmaya çalıştı. Ekonomik abluka uygulandı ve aralıksız bir şekilde şehir ve kasabalar bombalandı. Filistinliler bugüne kadar yüzbinlerce şehid verdi. Hem de şehid edilen Filistinlilerin büyük çoğunluğunu çocuklar ve kadınlar oluşuyordu. Bunların yanı sıra, Filistinlilere ait, yüzbinlerce ağacın kökleri söküldü, binlerce hektar arazileri istimlâk edildi ve on binlerce ev yıkıldı. Hâlâ milyonlarca insanın seyahat edemediği, beslenemediği, sağlık hizmetlerinden yararlanamadığı, günde iki üç Filistinlinin şehid edildiği, evlerin bombalandığı, buldozerlerle ağaçları köklerinden söküldüğü Filistin’de, Yahudi yerleşim birimleri kurulmaya devam ediyor…
Filistin topraklarının nasıl işgal edildiği ve oralarda nelerin yaşandığı anlaşılmadığı sürece, bugün nelerin yaşanmakta olduğunu ve Filistinlilerin durumunu anlamak mümkün değil. Yine unutulmamalı ki, İsrail bugün dünyada resmi sınırları olmayan tek devlettir. İsrail ne yerleşim politikalarından ne de Filistinlileri kuşatma altına almakta vazgeçmeyecektir. Şiddetin kaynağı budur, temel sorunların kaynağı budur ve bu yüzden İsrail hiçbir zaman gerçek bir barışa kavuşamayacaktır…
Filistin davasının entelektüel destekçilerinden merhum Edward Said, Filistin sorunu üzerine yazdığı makalelerinin derlendiği “Yeni Binyılda Filistin Sorunu” adlı kitapta şunları kaydetmektedir: “Bu bağlamda, terörizm Filistinliler açısından zayıf ve baskı altında tutulanların silahına dönüşmüştür. Son derece sınırlı ve münferittir, ama kendilerini her zaman kurban olarak göstermeye çalışan İsrailliler tarafından gülünç ölçülerde şişirilmektedir. Onlar bu çatışmada kurban değiller. Onlar ezenlerdir. Çoğu insan sanki iki eşit güç karşı karşıyaymış ve taraflardan biri, yani İsrail taciz ediliyormuş ve kurban konumundaymış gibi algılamakta, Arapların ve İsraillilerin yine kavgaya tutuştuklarını düşünmektedir.”
Külbe-i ahzân’ında âh ü fizâr bir Simurg. Ehl-i hikmet muhibbi ve hakikat arayıcısı bir yolcu. Uluslararası ilişkiler, ilahiyat, dinler tarihi ve felsefe alanlarıyla iştigal eder, hududü’l...
DETAYLAR