İslam Dünyası, değişim ve yol ayırımı

Gözleri büyülenen ve bir uçurumun kenarına sürülen İslam dünyası, derhal irkilip kendine gelmeli. Çok tehlikeli bir girdabın içine çekilen İslam âlemi, dünyayı sarıp sarmalayan değişim rüzgârının önünde nesne gibi savruluyor. Bilakis özne olup selin akışına yön vermeliyken, şaşkın şaşkın hareket ediyor. Eğer İslam dünyası dehlizlerine sürüklendiği girdabın farkına varırsa bu sadece Müslümanlar için değil tüm insanlığın hayrına bir iş olacaktır. O halde, bugün Müslüman toplumların Yüce Allah’ın (cc) “Bir kavim kendini değiştirmedikçe Allah da onları değiştirmez.” (Rad /11) buyruğu üzerinde çok ciddi tefekkür etmeleri gerekiyor.

Çünkü geçen üç asırda İslam dünyasını kuşatan sömürgecilik ve modernizm topraklarımızı ve zihin dünyamızı direkt hedef aldı. O dönemin saldırıları çok ağır olsa da İslam dünyası en azından düşmanını teşhis etmiş ve etkin olmasa bile siper almasını bilmişti. Ancak şimdi bizi sarmalayan yeni nihilist dünya, değerlerimizi ve topraklarımızı doğrudan hedef almıyor, aksine sinsice içimize dalıp herkesi kimliksizleştiriyor ve bağımlı hale getiriyor.

İslam dünyasının hâlihazırda içinde bulunduğu durumu gözden geçirdiğinizde anlatmak istediklerimi çok iyi kavrayacaksınız. Utanç verici bir hali var İslam âleminin. Şartlar ve durum hiç kimseye kapalı kalmayacak şekilde apaçık ortada. Hangi alana el atsanız elinizde kalıyor. Durumu biraz daha deştiğinizde birçok hastalık ortaya çıkıyor. Her hangi bir kurumun bir İslam ülkesi üzerine yaptığı istatistikleri incelediğinizde güvenlik açığı ve geri kalmışlık ayan beyan beliriyor. Dünyada hızlı bir değişim yaşanırken, İslam dünyasında ise kronik bir atalet kendini gün yüzüne çıkarıyor.

Küreselleşme ve özelleştirme, dünyamıza servet birikimini geri getirdi. Her ne kadar bu ticari ve ekonomik bir hareketliliği getirse de, aslında bu canlılık, özellikle başkentlerdeki ve turistik şehirlerdeki hizmet sektörü ve altyapı alanında yaşanan gelişmeden dolayı oldu. Bu yeni durumdan ancak bazı vatandaşlar yararlandı. Onlar da ya zengin idarecilerle olan ilişkileri ya da yabancı şirketlerle kurdukları bağ sayesinde durumlarını düzelttiler.

Ayrıca bu canlılık -bireysel başarılar, zahiri bir hareketlilik ve bazı projeleri ortaya çıkarsa da- gerçekte bir kalkınmaya işaret olarak yorumlanamaz, rekabetçi bir milli ekonominin zuhuru olarak değerlendirilemez veya vahşi küreselleşme karşısında bir direniş olarak da gösterilemez.

Nitekim ekonomik ve ticari hareketlilik varoşlardaki, gecekondulardaki ve hâlâ eski binaların küçük kutu şeklindeki dairelerinde yaşayan fakir, yoksul, yoksun ve işsiz birçok vatandaşa fayda sağlamadı. Çünkü bu ekonomik ve ticari canlılık, büyük şirketler ve devletler tarafından ortaya konulan ve Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi uluslararası finansal kolları tarafından dayatılan yapısal reformlar ve liberal ekonomik reçeteler ile gerçekleşiyordu.

Bu büyük şirketler, devletler ve onların finans kolları birer hayır kurumu değil şüphesiz. Onların sundukları reçeteler, kendi çıkarlarını gözetecek, ardından daha çok bağımlılık ve tüketimi getirecektir. Yoksa daha çok üretim, gelişme ve bağımsızlık getirmeyecektir.

Bu nedenle diktatör rejimlerin gölgesinde liberalleşmenin meydana gelmesi bir tesadüf değildir. Aksi halde pazar ekonomisine veya siyasi reformlara geçiş tutmayacaktır. Daha sonra bu piyasa ekonomisi ve küresel yönetim arasından garip bir evlilik ortaya çıktı. Servet ve güç birkaç kişinin elinde birikti, böylece zulüm ve yolsuzluk yayıldı. Keza tüm İslam dünyası -varlığını ve bekasını- dış güçlere dayalı birer uydu devletlere dönüştü.

Filhakika tüketimi teşvik ve bağımlılığı kolaylaştırmak için sivil toplumun zayıflatılması ve sınıflar arasındaki ayrışmanın derinleştirilmesi de bir tesadüf değildi. Önce orta sınıf bitirildi sonra toplum, inancını ve bağışıklığını yitirdi. Böylece borçlanma yaygın bir fenomen haline geldi. Helal ve haram gözetilmeksizin imaj, lüks ve zevklerde güçlü bir rekabet oluştu.

Sebepler ve hedefler farklı olsa da gelecek endişesi, para takıntısı/sevgisi ve güvenlik duygusunun kaybı herkes için eşittir. Bunun bir sonucu olarak çirkef uydu kanalları ve internet sitelerinin de aracılığıyla sapkın davranışlar, para biriktirme hırsı ve hakikatten kaçma, toplumun her kesiminde intişar etti. Uyuşturucunun, şiddetin, fuhşun, rüşvetin, kumarın, büyücülüğün, televizyonlardaki yarışmalara katılımın, istenmeyen evliliklerin ve Avrupa’ya kaçış için kullanılan ölüm teknelerinin artmasında tamamen bu nedenler yatıyor.

Bu girdaba girmiş bir toplumun herkesin faydasına işler yapmasını beklemek entelektüel bir lüks olur. Bu konuda konuşan veya çalakalem bir şeyler söyleyenlerin kendilerine verilen izinler ölçüsünde söz ettiklerini hepimiz biliyoruz.

Hâsılıkelâm, İslam dünyası çok tehlikeli bir akıntıya kapılmış durumda. Buna iktidardakiler ve muhalefette olduğunu söyleyen herkes dâhil. Hatta öyle ki iktidar ve muhalefet arasındaki kısır döngü ve çirkin inatlaşmalar bunu çıkmaz bir yola itmektedir. Bu halden kurtuluş için şimdilik ufukta hiçbir emare görünmüyor. Bilakis herkes sorumluluktan kaçıyor. Başarısızlığı ve netice vermediği sabit olmasına rağmen aynı yaklaşım ve davranışlarda ısrar ediliyor. Denklemin tarafları statükodan rahatsız değil ve değişime de meraklı değiller.

Bu nedenle herhangi bir değişim için ya da bu çıkmazdan kurtuluş için önce teşhis ve tanımda bulunmalı, sonra tüm zincirleri kırmalıyız. Bu da gerçek bir özeleştiri, sorumluluk üstlenmeye itecek bir cesaret, okumalarda ve yaklaşımlarda değişim, tüm senaryolar üzerinde çalışma, bütün seçeneklerin açılması ve her ihtimale hazırlıklı olunmayı gerektirmektedir.

TURAN KIŞLAKÇIGazeteci, Yazar

Külbe-i ahzân’ında âh ü fizâr bir Simurg. Ehl-i hikmet muhibbi ve hakikat arayıcısı bir yolcu. Uluslararası ilişkiler, ilahiyat, dinler tarihi ve felsefe alanlarıyla iştigal eder, hududü’l...

DETAYLAR
ARŞİV