Ne acımasız bir çağda yaşıyoruz. Mazlum ve mustazaf halkların çığlıklarına kulak veren kimse kalmadı. İnsanoğlu hayır kurumlarına verdiği birkaç kuruş ile vicdanının sızısını dindirmeye çalışıyor.
Daha geçen hafta, hâlâ nasıl olduğu tartışılan 11 Eylül saldırılarında ölen 3 bin kişi anısına -ki aralarında Müslümanlar da vardı- saldırının 8. yıldönümünde yas günleri düzenlendi. Lakin katledilen milyonlarca Müslüman’ın anısına hiç kimse yas tutmadı.
Post-modern çağ, Müslüman zihnini böyle bütünüyle iğdiş etti. Ne değerlerimiz, ne hassasiyetimiz ne de ila-i kelimetullah için gösterdiğimiz cehdimiz kaldı. Eğitimimiz, değerlerimiz, ticaretimiz, siyasetimiz ve kurumlarımız para ve makam düşkünlerinin elinde hallaç pamuğu gibi savruldu.
Bir yandan Müslüman muhayyiledeki büyük kırılmaya şahid olurken, öte yandan tarihte eşi görülmemiş bir soykırıma tanıklık ediyoruz. Sadece son 15 yılda 10 milyon Müslüman katledildi; Bosna’da, Kosova’da, Filistin’de Afganistan’da, Irak’ta, Somali’de, Çeçenistan’da, Keşmir’de, Doğu Türkistan’da, Patani’de, Moro’da, Ahmedabad’da ve Eritre’de… Televizyonlardan seyrettik, Müslüman bebelerin ve anaların üzerine günlerce hatta aylarca bombaların ve füzelerin yağışını…
Belleğimde bir anda Moğol istilası altındaki Bağdat canlandı, Haçlıların Kudüs ve Şam’da yaptıkları canlandı, Endülüs canlandı ve Balkanlar’da 19. yüzyılda yaşanan Müslüman mezalimi canlandı… Moğollar 11. yüzyılda birçok İslam alimi yetiştiren büyük ilim merkezlerini; Buhara, Semerkant, Belh, Horasan, Merv, Nişabur, Reyy ve Bağdat’a saldırarak yerle bir etti. Sadece Merv şehrinde 1,5 milyon Müslüman kıyıma uğradı. Camiler yıkıldı, kütüphaneler talan edildi.
Moğollardan sonra Haçlı orduları tekrar tekrar İslam coğrafyasını istila etti. Yıktılar, yaktılar, katlettiler ve talan ettiler. Selahaddin Eyyubi’nin danışmanlarından Üsame bin Munkiz “Kitabu’l İ’tibar” adlı eserinde haçlıları şöyle tasvir ediyor; “Hayvan gibiler, öldürmekten başka bildikleri başka bir faziletleri yok…”
1492’de Gırnata’nın hazin düşüşüyle bu kez İslam dünyası sömürgeciliğin kucağına düştü. Belçikalılar, Portekizliler, Hollandalılar, İspanyollar, Fransızlar ve İngilizler 16. Yüzyıldan 19. yüzyılın sonlarına kadar Endonezya’dan Cezayir’e kadar tüm Müslüman hinterlandında kan kusturdular. Her ne kadar İslam âlemi bu emperyalist imparatorlukların mezarı oldu ise de Müslümanlar çok büyük kayıplar verdi.
1945’te İkinci Dünya Harbi’nden sonra da İslam dünyasına ABD öncülüğünde ve Siyonizm endeksli saldırılar başladı. Sovyetlerin çöküşüyle birlikte Âlemi İslam tek kutuplu ülkenin bütün acımasızlığını ensesinde hissetti. NATO ve ABD kendisine “İslam”ı düşman ilan etti.
Eski ABD Devlet Başkanı Richard Nixon “Zamanı Yakalamak-Amerika’nın Dünyaya Meydan Okuması” adlı kitabında bakın şöyle diyor: “Amerikalıların çoğu Müslümanları vahşi, pis, barbar ve mantıksız insanlar olarak görmeye eğilimlidir. Hiçbir ulusun hatta Komünist Çin’in bile Amerikan kamuoyunda Müslüman dünyası kadar olumsuz bir görüntüsü yoktur. Bazı gözlemciler, İslam dünyasının artan nüfusunun, önemli sermaye gücüyle fanatik bir jeopolitik güç oluşturup dünyaya meydan okuyacağını ve böylelikle Batı’nın saldırgan ve düşman Müslüman dünyasına karşı bir cephe alabilmek için Moskova’yla yeni bir ilişki kurmaya zorlanacağını ileri sürmektedir.”
Türkiye’nin Müslümanları iktisadi ve siyasi olarak batıya bağlamak için bir köprü olabileceğine işaret eden Nixon sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bölgedeki çıkarlarımız için bu gerekli, çünkü Ortadoğu’da bizi en çok ilgilendiren konu İsrail ve petrol’dür. İsrail’in güvenliği ve kurtuluşunu içeren taahhüdümüz oldukça geniş kapsamlıdır. Yasal bir müttefikliğimiz söz konusu olmamakla birlikte bir kâğıt parçasına yazılı herhangi bir şeyden çok daha güçlü bir bağ vardır aramızda; bu da bence ahlaki taahhüttür. Hiçbir Amerikan Başkanı ya da herhangi bir kongre üyesi, İsrail devletinin yok edilmesine izin veremez.” Richard Nixon bu sözlerinin ardından Avrupa, Rusya ve ABD’yi NATO çatısı altında yükselen “İslami radikalizme” karşı birleşmeye çağırır.
Nixon’un yaptığı bu çağrının üzerinden 20 yıl geçti. İslam dünyasında dengeler sarsıldı. 11 Eylül olaylarından sonra İslam coğrafyasına düzenlenen saldırılarda 8 yılda 5 milyon Müslüman hayatını kaybetti. Bunların büyük çoğunluğunu çocuklar ve kadınlar oluşturuyor. Avustralyalı ünlü yazar Dr. Gideon Poyla, ABD’nin günlük çocuk katliamının bini bulduğunu belirterek yazısına şu başlığı uygun buluyordu: “Hey, hey, USA, how many kids did you kill today? The answer: About 1.000/Hey, Hey, Amerika, bugün kaç çocuk öldürdün? Cevap: 1000’e yakın.”
İşgal sonrası Irak’ta 2,3 milyon kişinin yaşamını yitirdiğini belirten Dr. Gideon Polya, Obama yönetimiyle birlikte ABD’de değişen bir şeyin olmadığını ifade ediyor. Polya, Obama yönetiminin ilk 100 gününde 180 bin kişinin öldüğünü ve bunun 113 bininin 5 yaşın altındaki çocuklardan oluştuğunu kaydediyor. Yine yapılan bir araştırmaya göre, Beyaz Saray, 11 Eylül saldırılarından sonra iki yılda 935 yalan beyanda bulundu.
Tüm bunları üst üste koyduğunuzda “Shock and Awe/Şok ve Dehşet”* içine düşmemek elde değil.
*ABD operasyonunun adı.
Külbe-i ahzân’ında âh ü fizâr bir Simurg. Ehl-i hikmet muhibbi ve hakikat arayıcısı bir yolcu. Uluslararası ilişkiler, ilahiyat, dinler tarihi ve felsefe alanlarıyla iştigal eder, hududü’l...
DETAYLAR