GEÇTİĞİMİZ YILLARIN EN ÖNEMLİ 12 ARAP ROMANI
Turan KIŞLAKÇI
Son yıllarda dünyada romanlar büyük bir revaç görüyor. Modern romanlardaki sayı artışı, aynı zamanda klasik romanların yeniden raflara geri dönüşünü sağladı. Fransız edebiyatından Rus edebiyatına, İspanyol edebiyatından İngiliz edebiyatına ve hatta Çin, Hint ve Japon edebiyatına kadar roman satışlarında yaşanan bu büyük patlama, herkesin dikkatini celp etmektedir. Bu intişarın nedeni, küreselleşen dünyamızdaki insanların farklı kültürleri tanıma güdüsü mü, yoksa farklı arayışlar mı bunu söylemek için henüz çok erken. Çünkü etkenlerin çokluğu ve bölgeden bölgeye değişiklik arz etmesi romana olan bu yoğun ilginin nedenini henüz tam ortaya koyamamaktadır nazarımızda. Ama şu bir hakikat ki, insanoğlu ilk günden beri hikâyelerle kendi hakiki öyküsünün arayışı içinde devinim göstermektedir.
Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi, Arap dünyasında da son zamanlarda romana çok büyük bir ilgi var. Arap yazarlar arasında, roman yazarlarının sayısı da her geçen gün artmaktadır. Geçen yüzyılda Mısır eksenli olan Arap romanı bugün maşrık, mağrip ve Körfez bölgelerinde daha hızlı bir yaygınlık gösteriyor.
Zengin Arap yazın geleneğine rağmen, Batı’da bilindiği şekliyle roman, Araplar için yeni bir formdur. 18. yüzyılın ortalarında gelişmeye başlayan Arap romancılığının geçen yüzyıldaki önemli isimleri arasında Tevfik el-Hakim, Halil Cibran, Mustafa Lütfi el-Menfaluti, M. Sadık er-Rafiî, Mihail Nuayme, İbrahim Nasrullah, Necib Mahfuz, Gassan Kenefani, Cemal Gitani, Elias Khoury, Seyyid Kutup, Taha Hüseyin, Abbas Mahmud Akkad, Emile Habibi, Necip el-Kiylani, Corci Zeydan, Muhammed Teymür, Meryem Ziyada vb. birçok isim bulunmaktadır.
Geçen yüzyıldaki Arap romanlarında hikâye, özyaşamöyküsü, fabl ve pastiş tarzı daha çok hâkimdi. Fakat son yıllarda Batı tarzı romancılık yaygınlık kazanmıştır. Filistinli ünlü düşünür Edward Said, Arap romanını tanımlarken şunları not düşer: “Okuyucusunu ve yazarlarını, yüzyılımızın büyük sosyal ve tarihsel kargaşalarına bulaştırıp zafer ve yenilgilerini paylaşmasını sağlayan dolu dolu bir formdur.”
Arap dünyasında, 18. yüzyılda emperyalist saldırılara karşı verilen mücadele ile “direniş edebiyatı”, 19. yüzyılın başında Amerikan kıtasına hicret ile “göç edebiyatı” ve 20. yüzyılda diktatör rejimlerin baskıları ile de “cezaevi edebiyatı” doğmuştur ve bu yeni edebiyat türleri Arap edebiyatı literatürüne girmiştir. Arap romanı aynı zamanda eksantrik, metaforik, nostaljik, şiirsel ve güçlü aforizmalar da taşımaktadır.
Arap âleminde son yıllarda yayımlanan kitaplar bir yönüyle o ülkenin içinde olduğu durumu, şartları ve tartışma konularını da özetliyor. Biz de bundan hareketle son yıllarda Arap dünyasında okunan belli başlı romanları sizin için seçtik.
1-Frankenstein Bağdat’ta
ABD’nin Irak işgali sonrası birçok roman yazıldı fakat bunlar arasında en çok ses getireni Iraklı yazar Ahmed Sadavi’nin kaleme almış olduğu “Frankenstein Bağdat’ta” adlı romandır. Hemen her hafta onlarca intihar saldırısının olduğu Irak’taki yaşamı konu edinen Sadavi’nin bu romanında, 2005 kışının terör saldırılarında hayatlarını kaybeden insanların ceset parçalarını toplayan ve daha önceden eskicilik yapan Hadi el-Attak’ın hikâyesi anlatılıyor. El-Attak, topladığı ceset parçalarını bir araya getirince ilginç insansı bir yaratık meydana gelir. Yaratık, cesedini teşkil eden bütün parçaların (parça sahiplerinin) ölümüne neden olan katillerden öç almak için büyük bir intikam oyunu başlatır. Bağdat sokakları heyecanlı ve birçok kişinin kaderini etkileyecek kovalamacalara sahne olur. Bağdat’ın merkezinde yer alan el-Bitaviyyin Mahallesi sakinlerinden olan el-Attak, hikâyeyi Mısırlı Aziz’in kahvehanesindeki müşterilere anlatıyor. Bir kişi hariç herkes bu inanılması güç hikâyeye gülüyordu. O kişi hikâyeyi ilginç ve eğlenceli bulduğunu ancak gerçek dışı olduğunu söylüyor. Bu farklı düşünen kişi İzleme ve Takip Komisyonu Müdürü Tuğgeneral Surur Mecit’tir. Aslında Mecit’in gizli bir görevi vardır. O da bu gizemli yaratığı takip edecektir. Bağdat’ın sokak ve mahallelerinde heyecanlı kovalamacalar yaşanıyor; birçok kişinin hayatında belirleyici değişimler meydana geliyordu. Herkes bir şekilde Frankenstein adlı bu yaratığın onlardan bir parça teşkil ettiğini ve böylece onun hayatta kalıp büyümesine neden olduğunu anlıyor. Roman kimsenin beklemediği sürpriz bir şekilde son buluyor.
2- Çıkış Kapısı ve Utarid
Mısırlı iki farklı yazarın kaleme aldığı romanlar, bir kâhin gibi gelecek öngörüsünde bulunuyor. İzzeddin Şükri Feşir’in “Çıkış Kapısı” adlı romanı, Mısır’da halk ayaklanması sonrası ülkede birkaç yıl içinde yaşanacakları anlatıyor. Mısır eski Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in devrildiği günlerde kaleme alınan kitap, Mısır’da yaşanan darbeyi öngörmüştü. Devrimin ilk yılları bizim hayatımızı büsbütün değiştirdi. Kendi özel hayatımız arkadaşlarımız ve aramızdaki olan ilişkilerimizi derinden sarstı. Nasıl oldu bilmem ama oldu işte. Sanki hepimiz bir şeyle bağlıymış gibiydik sonra o şey koptu kopunca da daha özgürce hareket etmeye başladık ya da sanki bir örtünün altında yaşıyorduk ve birdenbire fırtına çıktı bu örtüyü uçurdu da birbirimizi daha iyi görmeye başladık. Özetlersem daha özgür olduk. Belki de tam anlamıyla özgür olamadık ama eskiye göre daha özgürdük. Bu durum bütünüyle hayatımıza yansıdı. Çok okunan “Çıkış Kapısı” romanı diğer romanlardan farklıydı çünkü sayfalarında anlatılan olaylar kaleme alındıktan çok sonra gerçekleşti. Yazar İzzettin Şükrü’nün tahminleri öngördükleri doğru çıktı. 25 Ocak Devrimde herkes mutlu geleceğe umutla bakarken çok kötü bir senaryo öngördü ve ülkede bir kaosun hâkim olacağını yazdı. Nitekim tüm yazdıkları doğru çıktı. Bu romanı herkes okumalı okuyanlar tekrar okumalı. Çok özel ve güzel bir romandır.
Mısırlı yazar Muhammed Rebi’nin kaleme aldığı “Utarid adlı roman ise Mısır’da darbe sonrası açlığa terk edilen Mısırlıların insan eti yemeğe başlaması ve ardından Merkür gezegeninden gelen kişiler tarafından işgalini konu ediniyor. 2030 yılından yaşanan bu kurgu ve Mısır’da hâlihazırda yaşanan olayları çok iyi özetliyor. Seni korkutan kâbus gelmeyecek çünkü zaten geldi! Yeter ki biraz aşağıya bir bak ve onu günlük yaşamının ta içinde bütün adi detayların altında göreceksin. Hem de bütün yönleri ile… Diğer Apokaliptik bakışını görebilmek için kendi iradenle o detaylara giriyorsun… Yaşadığımız hayatın sanki iki boyutu var: birincisi süreduran (atıl) bilinç, ikincisi ise bilincin yaralarına bakarak cehennemi görmek. Merkür bize böyle diyor… Merkür güneşe en yakın gezegen olmasıyla birlikte sıcaklığı da diğerlerine kıyasla en yüksek olandır. Yeryüzünün standartlarına göre o adeta bir cehennem parçasıdır, o aynı zamanda 28 Ocak 2011 tarihinde polislerin püskürtülmesine tanıklık eden bir subaydır. O olayların üstünden on yıldan fazla bir zaman geçti… Mısır şimdi gizli bir işgalin altında ve eski polis güçlerinden kalanlarla halk Kahire’nin yıkıntıları içinde direnişin başını çekiyor. Her gün rastgele katliamlardan bir cehennem oluşturulmakta ve meşhur Ocak olaylarından sonra yaşanan kıyımlar süratle yoğunlaştırılmakta… Bunlar kâbus gibi bir gelecekte çoktan gerçekleşmiş olan ‘karşı devrimin’ hayal ve saplantıları. “Anbar Gezegeni” ve “Ejderha Yılı” adlı romanlarından sonra, Muhammed Rabi hâkim konusu gerçek anlamda Ütopya değil de tam tersi distopya olan nefes kesen anlatımına tam anlamıyla siyasi bir fantezi olan ikinci romanı Merkür’de devam ediyor. Geleceğin Zifiri karanlık dünyası ve cehennemin arkasında gizli olan dünya arasında yolculuk yapıyor.
3-Bambu Sapı
Kuveytli genç yazar Suud es-Senusi tarafından kaleme alınan “Bambu Sapı” adlı roman, 2013 yılında yayımlandı ve aynı yılda birçok ödül aldı. Mükemmel bir anlatım tarzıyla işlenen romanda Kuveytli yazar, Körfez ülkelerindeki kimlik çatışmasını sorguluyor. Bu sorgulama babası Kuveytli soylu bir aileden gelen, annesi ise Filipin uyruklu olan bir genç üzerinden yapılıyor. Küçük yaşta Annesi ile beraber Filipinlilere gönderilen genç artık büyümüştür. Babasının kim olduğundan habersiz kendini sorgulamaktadır. Annesinin kendisine Babasından bahsetmesi ve babasının Kuveyt’te olduğunu öğrenmesinden sonra babasını bulmak üzere yola çıkar. Eser, bu arayış üzerinden romanın kahramanının sahip olduğu her iki kimliği de ele alıyor. İki kimlik arasında ele alınan ilişkileri şu ifadelerle özetleyebiliriz; belirsizlik, birbirinden farklı iki kültüre aidiyetlik duygusu, tek bir kültürle yetinememek ve diğerinden vazgeçememek… İşte bu belirsizlik, roman kahramanının, kendisiyle ve asıl kimliğiyle, çocukluğundan beri annesi tarafından kendisine ‘rüya’ veya ‘cennet’ olarak anlatılan eski vatanı Kuveyt’le barışmak arzusunda olduğu belirgin bir şekilde anlaşılıyor.
4-Kelebekler Ülkesi
Son yılların en ünlü Cezayirli edebiyatçısı Vasini el-Araj’ın kaleme almış olduğu “Kelebekler Ülkesi” adlı harika roman, okuyan herkes tarafından çok etkileyici bulundu. El-Araj’ın ödüllü ve etkileyici birçok romanı var. “Kelebekler Ülkesi” yayımlandığı yılın sonunda Katara Edebiyat ödülüne layık görüldü. Filmi çekilmesi için hazırlıkların yapıldığı roman şimdiden dünyanın beş diline çevrildi. “Kelebekler Ülkesi” narin ama aynı zamanda güçlü bir ülke. Arap dünyası yirmi birinci yüzyılda başlayan çeşitli pek çok problemlerle yüzleşti. İlan edilen ve gizli kalan savaşlarla yeni bir döneme girdi. Arap halkı bu değişime hazır değildi çünkü uzun yıllar boyunca ezici bir diktatörlüğün altında yaşadı. Maria diğerleri gibi ülkesini isteyerek bırakıp gidenlerin aksine kuzey şehirlerine göç etmeyi reddetti. Kız kardeşi yalnızlığa düşüp herkesten uzaklaşıp içine kapanıyor, erkek kardeşi Rayan uyuşturucu bağımlısı oluyor… Tıp sektöründe çalışan babaları Zübeyir ilaç mafyası tarafından öldürülüyor. Anne Farija aklını kaçırdıktan sonra ölüyor. Bu aile bu acıklı sonların hiç birini seçmedi. Ama iç savaşı takip eden sessiz savaş ateşin söndürülemediği ve kül altında saklandığı zamanlar… Herkes herkesten korkar; herkes içten içe intikam peşindedir. ‘’Yama’’ ise sanal dünyada arkadaşı Faust’u beklerken facebook ve jazz müziği ile büyük bir yalnızlık yaşıyor aslında. Yıkık kişiliğinde yaşamaya çalışan bir insan. Ama kim bilir? Ölüm ayında ölmeyen kelebekler belki de yaşamaya daha da inanır.
5-Güneşin Kapısı
Lübnanlı romancı İlyas Huri “Güneşin Kapısı” olarak adlandırdığı lirik romanında Filistin’i canlandırıyor. Bütün hikâye, romanın kahramanı olan Yunus’tan başlayıp ve Yunus’ta bitiyor. Yerinden hiç kıpırdamadan uzanan Yunus, dostunu ve aynı zamanda ruhani oğlu Dr. Halil’in anlattıklarına kulak vermektedir. Anlatıcı, Bin bir Gece masalındaki Şehrazat misali; kör bir gecede kendisine ve diğer kadınlara doğru sürüne sürüne yaklaşan Şehriyar’ın kılıcını geciktirmek için sürekli masal anlatmaktadır. Aynı şekilde İlyas Huri, romanını Filistinlilerin kişisel hikâyelerinin her bir parçasından adeta tekrardan örüyor. Romanda bütün hikâye ve öyküler birbirine karışıyor, birbirini aydınlatıyor ve her biri diğerlerinin gizli yanlarına ışık tutuyor. “Güneşin Kapısı” romanının ana teması, 1948 yılında Filistin’i kaybedişinden sonra ülkesine tekrar sızmaya çalışan bir Filistinlinin hikâyesinden ibaret. 50’li yılların başlarında vatanından kovulan Filistinlilerin vatanlarına gizlice dönme olgusu yaygınlaşmıştı. O dönemde yaşanan ilk ‘kovma’dan sonra daha sürgününün ilk günlerinde sürgün hayatına dayanamayan birçok Filistinli ölüm pahasına sınırlardan ve tel örgülerden geçerek yıkılmış köylerine ve başkalarının yerleştirildiği evlerine dönmeye çalışıyorlardı. Ancak evlerine dönmeyi başaranlar tekrar kovulmaya ve hem İsrail hem de Filistin’e komşu olan Arap ülkeleri tarafından sınırda ölüme terk ediliyorlardı. Romanda, ülkesine girebilmeyi başaran direnişçi Yunus el-Asadi’nin hikâyesi aşk, direniş ve bir nevi ‘demografik direniş’ hikâyesine dönüşüyor. Yunus, tam 30 yıl boyunca Lübnan ve Filistin’in Celil Bölgesi arasındaki dağları ve vadileri geçerek eşi Nabila ile “Güneşin Kapısı” diye isim verdiği bir mağarada buluşuyordu. Çok sayıda erkek ve kız çocukları dünyaya getiren Yunus, Filistinli mülteciler ile ülke topraklarında kalabilmeyi başaranlar arasında bir bağ olmuştur. Yazar ile Filistin meselesi arasında kurulan özel bağ romana ayrı bir özellik katıyor. Huri, Filistin meselesine önem veren sıradan bir Arap değildi. Aksine Fetih hareketi çerçevesinde örgütlü bir direniş sergiliyordu. Ve hala Filistin meselesinin siyasi, fikri ve ahlaki sorgulamasında yerini korumaktadır.
6-İsimler Kutusu
Faslı yazar Muhammed el-Eşari, çok uzun olan bu romanını (488 sayfa) kaleme alırken kendi yaşadıklarından istifade etti. Muhammed el-Eşari düşüncelerini ve fikirlerini yeni kalıplara sokup yazabilen usta bir yazardır. Öğrencilik yıllarında sol görüşlü Sosyalist Birlik Partisine katıldı ondan sonra yükselerek Sendika yetkilisi oldu en son kültür bakanı oldu. Ayrıca şiir yazan el-Eşari, ülkesindeki siyasi değişimlerin hepsine şahit oldu ve ihtilal dönemini bizzat yaşadı. O dönemde insanlar işkencelere maruz kalıyor, tutuklanıyor, kaçırılıyor, gizlice idam ediliyor, yahut sürgüne gönderiliyordu. Bütün bu yaşanan ihtilal döneminden sonra Faslılar kötü bir rüyaya adeta bir kâbusa uyanıyorlardı. Ülkelerindeki siyasi sahne hiç de iç açıcı değildi. El-Aşari ülkesinde olup bitenleri yakından takip ediyordu. Hatta bütün bu olup bitenlerde bir rolü bile vardı. Onun hayatı bir jenerasyonun hayat hikâyesini özetliyor.Yazdığı roman ise bu jenerasyonun umutlarını, isteklerini, hezeyanlarını ve başarısızlıklarını yansıtıyordu. Roman Faslıların yetmişli ve seksenli yıllarda yaşadıklarını özetliyordu. Toplumun çeşitli kademelerinden derin kökleri olan ve farklı kategorilerde insanların kaynaşmasını anlatıyordu bu roman. O yıllarda insani değerler yok edilmişti. Birbiriyle eşit güçte olmayan iki tarafın hikâyesi: Bir yanda mevcut rejim diğer yanda ise özgürlüğüne kavuşmak isteyen halkın mücadelesi anlatılıyordu. Romancı kuşaktan kuşağa Magriplilerin mücadelelerini ele almıştır. Siyasi bir bütünlük uğruna her şeyini feda eden bu halkın hikâyesi çok etkileyicidir. Yenilik yapmakta başarısız olan, başarısızlıklarının tüm boyutlarıyla yüzleşen, tüm umutlarını kaybeden ve yaptığı büyük fedakârlıkların boşa olduğunu anlayan bir halkın hikâyesidir. Olaylar Endülüs’te eski Rabat kentinde gerçekleşiyor ve kahramanların kökenleri Endülüs’e dayanıyor. Aynı zamanda romanın sayfalarında Endülüs müziğinin etkisi açık bir şekilde hissediliyor. Müzik romanın kahramanlarından olan “Şimrat”ın evinden gelir. Bu evde bir define vardır ve bu definenin peşinde olanlar romanın önemli bir bölümünü teşkil etmektedir. Diğer tarafta İngiliz eşinden olan çocuğunu öldürmek suçundan hapse atılan Rabat’lı “Süreyya” var. Aynı zamanda erkek hapishanesinde yatan ve kibrit kutularına gizlice mektup koyup saklayan “Malik”… Bu mektuplarda 1984 olaylarında bulunan göstericilerin toplu mezarlarına yer veriliyor. Ayrıca romanda kral ismiyle canlandırılan Kral İkinci Hasan’ın zamanında yapılan işkenceler ve uzun süren tutuklama olayları Fas’ın belli bir dönemini aydınlatmaktadır. Siyasi mücadele sürdürenlerden el-Eşari her şeyi çok gerçekçi ve samimi bir şekilde aktarıyor. İnsan mekân ve değişen siyasi şartların arasındaki sürtüşmeler yazarın iç içe bir roman yazmasına neden oluyor. Bu anlatım şekli labirent gibi iç içe konulmuş kutulara benziyor. İşlenen her mekân ve karakter bir kutuyu temsil ediyor ve her kutu içindeki farklı bir kutuya açılıyor. Labirente giren herkes yolunu kaybediyor ve çıkması mümkün olmuyor. Roman sömürgecilerden yeni kurtulan bir halkın kendi kimliğinin arayışını ve halkın bu günkü karakteristik durumunu analiz ediyor. Şayet o dönem ve günümüz Fas’ı arasında bir mukayese yapacak olursak; o dönemde entelektüel ve her şeye yetkisi olan gücün arasındaki alevli çatışmaların yaşandığı Faslılar bu çatışmaların kurbanı oldu.
7-Nefreti Övmek
Suriyeli romancı Halid Halife’nin kaleme aldığı “Nefreti Övmek” adlı kitap, Türkçe’ye 2009 yılında tercüme edilen Suriyeli yazar Mustafa Halife’nin kaleme aldığı “Salyangoz” romanı gibi Suriye’deki vahşeti belgeliyor. 80’li yılları anlatan romanı sanki şimdiki Suriye’yi anlatıyor gibiydi… Seksenlerin Suriye’sinde olanların bir kısmını anlatan bu roman seksenli yıllarda Baba Esat’ın Hama ve Halep’te Müslüman kardeşlerle yönelik yaptıklarını belgeleyen ilk romandır. Şu anda Suriye’de yaşananlar olmasaydı o dönemi tam anlamıyla anlatmak çok daha zor olurdu. Tek farkla bir kişiden şüphelendikleri zaman tüm aile yok ediliyordu. Bunun hakkında ne medya ne de internet tek kelime ediyordu. Öyle ki Suriye’nin diğer şehirleri bile bu katliamlardan habersiz kaldı. “Nefreti övmek” romanı (Bazılarına göre) Hama Kerbela’yı belgeliyor. Eserde karakterler gerçek hayattan seçilmiş. Hatta bu karakterler özellikle yazarın arkadaşları ve kendi yakın çevresidir. Ayrıca Halid Halife seksenli yıllarda Suriye’de olanları kaleme alan ilk yazar olma özelliğine sahiptir. Suriye’de o tarihte olanlar hakkında çok az insan bilgi sahibi. Bir tek yaşlılar, hükümet ve Müslüman kardeşlerin arasındaki savaşı hatırlıyor. Ve Hama’lıların “Biz ne yaptık ki de ölümü hak ettik?” sorusunun yanıtsız kaldığı o yıllar.. Ve o soru sadece ölümün ilan edildiği devrim başlayıncaya dek cevapsız kaldı…
8-İtalyan
Tunuslu yazar Şükri el-Mebğut tarafından kaleme alınan “İtalyan” adlı roman, yayımlandıktan kısa süre sonra birçok ödül aldı. Babası Hacı Mahmud’u toprağa verdiği gün Mısır’ın eski cumhurbaşkanı Cemal Abdül Nasır’a küfür ediyor ve imam Alala’yı herkesin gözü önünde vuruyordu. Herkes şokta. İnsanlar bu davranıştan rahatsız oldukları için cenaze merasimine devam etmeden gidiyorlardı. Bu pervasız genç, dindar ve takva ehlinden olan babasına hiç benzemiyordu. Dikkat çekici ve yakışıklı olduğundan ‘İtalyan’ diye hitap ediliyordu. (Romanın kahramanı) Hukuk Fakültesini bitirip Tunus’ta komünist bir partinin listesinin en başında yer alıyordu ve ülkesindeki solcu partilerin (eski Tunus devlet başkanı Habib) Burgiba döneminin sonunda ve Bin Ali’nin iktidar döneminin başında yaşadığı sapmalara ve bölünmelere tanıklık etti. Zeyna adlı bir kadınla yaptığı evlilikle basın dünyasına girmişti. Fakat bu süreçte inandığı prensiplerle ve kendisine dayatılan bu yeni hayat arasında büyük çelişkiler yaşıyordu. Bu yüzden Zeyna’dan boşanıp sayısız kadınla ilişki kurmaya başlıyor, en son kurduğu ilişki kendisini tekrar ilk başladığı noktaya geri getiriyordu. İşte o an babasını toprağa verdiği gün imamı neden vurduğunu net bir şekilde anlıyoruz.
9- Küçük Prens Moritanya’da (Yeni Şankit)
Moritanyalılar arasında uzun yıllar yaşayan ve son yıllarda yazdığı romanlar ile büyük ilgi gören Iraklı yazar Amir Kubeysi, “Yeni Şankit” adlı romanında Moritanya’yı anlatıyor. Şankit, Moritanya’nın eski adıdır. Kubeysi, tıpkı “Küçük Prens” adlı eserin yazarı Fransız yazar ve şair Antoine de Saint-Exupéry’nin “İnsanların Dünyası” adlı kitabında yer verdiği gibi Moritanya insanlarını ve sahrasını anlatıyor.
Moritanya insanının diğer insanlardan ayrıştığını fark ettim. Moritanyalılar grup/küme hasebi göz önde bulundurulduğunda diğer gruplardan daha azınlıktadırlar/azdırlar. Özellikle bedevilik, yerleşik yaşam ve şehirleşmede bu durum farklılık gösterir. Bunun yanında Moritanya insanı pek çok edebi nitelik de taşır. Mecazi bakımdan kalp zafiyeti ve aşk sultanıdır. Moritanyalılar, dil olarak merhametli ve naziktirler. Kuşkusuz bu, insanın toplum içindeki refahı yahut huzuru olduğu gibi öte yandan alacaklıların arasındaki sürtüşmeler, insanların birbirlerini çekememesi mevzusu da olabilir. Bütün bunlar zaten kâinatın bize bahsettiği özellikler/ sıfatlardır. Çünkü çöl ve bedevi yaşam onlara oyununu oynamıştır. Bedevilerden kendine güvenen ailesi olmayan hayatını idame ettirmede devlete yahut hükumete ihtiyaç duymayan biri, üzerine batıl inançlar ithaf edilen, topraklarında kimsenin yaşamak istemediği bir şehre başkent Nuakşot’a sürülmüştü. Bu şehrin durumu öyle kötüydü ki kimse oraya yerleşmek istemiyordu o yüzden şehri inşa eden kişi insanlara rüşvet vermek zorunda kalmıştı.
10-Keskin Sapış ve İskenderiye’de Kimse Uyumaz
Mısırlı romancı Eşref el-Humeysi’nin “Keskin Sapış”ı ve yine Mısırlı yazar İbrahim Abdülmecid’in “İskenderiye’de Kimse Uyumaz” adlı romanları da son dönemlerin en çok satılan romanları arasında sayılıyor. Humeysi, sıra dışı bir otobüs hikâyesi üzerinden Mısır toplumunu anlatıyor. Otobüs Mısır’ın başkentinden Asyut’a doğru içinde papaz, Ezherli Müslüman din adamı, taksici, küçükken annesini kaybeden genç kız, asker ve peygamber olduğunu iddia eden tuhaf görünümlü bir adamın da içinde bulunduğu, toplumun her kesiminden insanla birlikte gündelik yolculuğuna başlar… Bu otobüs çelişkilerle dolu bu kâinatta bir şekil teşkil eder. Yolcuların her biri, otobüsün yolundan sapmasıyla ve bir kazaya karışmasıyla kendi hayat hikâyelerinin yolculuğuna başlar… Roman, sokak çocukları, tecavüz vakaları, mezhep çatışmaları gibi pek çok sorunun yanı sıra iman ve akideler gibi felsefi konuları ve ölümsüzlük konusunu da içinde barındırmaktadır.
“Keskin Sapış” aynı zamanda kurgusu itibarı ile Amerikalı ünlü edebiyatçı William Faulkner’ın 1962’de yayınladığı “The Reivers” romanı ile benzerlik göstermektedir.
İbrahim Abdülmecid ise romanında pek çok konuyu ele alıyor. Bunlardan ilki ikinci dünya savaşı esnasında İskenderiye’de sanat, siyaset, sosyokültürel yaşam, ikincisi süper güç devletler ve ittifak devletleri arasında gerçekleşen olaylar. Üçüncüsü ise özellikle aşk ve evlilik gibi konuların işlendiği Müslümanların ve Hıristiyanların arasındaki ilişkiler. Eserde başarılı anlatıcı İbrahim Abdülmecid sizi kırklı yılların İskenderiye’sine ve ikinci dünya savaşının yaşandığı günlere götürüyor. Roman savaşın başladığı gün başlıyor ve savaşın bittiği günle de sona eriyor. Ancak İskenderiye’ye göre aslında bu bitiş süreci El-Alemeyn savaşının sona ermesidir. Bunun yanı sıra fikir öylesine müthiştir ki gazete manşetleri sanki orada yaşıyormuş gibi küçük ayrıntılarla okuyucuyu kırklı yıllara götürür. Ayrıca bahsetmiş olduğum bu fikir diğer yazarları da kolayca etkisi altına alabilen çok güçlü tarzda tasavvufi bir fikirdir. Bu hal onları adeta o yılların gizemine ve büyüsüne doğru yolculuğa çıkarır. Bazı sahnelerde karakterlerin yüzlerinde olan ışık atmosferi fikri ve ‘Dimyan’ın olağanüstü yaratıcı ölüm sahnesi çok hoşuma gitti.
Külbe-i ahzân’ında âh ü fizâr bir Simurg. Ehl-i hikmet muhibbi ve hakikat arayıcısı bir yolcu. Uluslararası ilişkiler, ilahiyat, dinler tarihi ve felsefe alanlarıyla iştigal eder, hududü’l...
DETAYLAR