Hz. Hüseyin’in mesajı ve ümmet

İslam ümmeti, üzerinden asırlar geçmesine rağmen halen Hz. Hüseyin (ra) şehadetini gerçek manada irdelemeye korkuyor. Kimi Hz. Hüseyin’in şehadetini anmaktan uzak dururken, kimi de onun mesajını anlamak yerine kendilerine eziyet ederek çok aşırı gitmekte. Öte yandan, Hz. Hüseyni ve Hz. Ebuzeri kendilerine örnek edinip de ne İslam’la, ne özgürlükle, ne adaletle ne de onların vermek istediği gerçek mesaj ile hiçbir alakaları olmayanlar ise işin cabası…

Bundan tam 1371 yıl önce Hz. Hüseyin çoğu kadın ve çocuktan oluşan 72 kutlu yolcu ile birlikte İslam tarihinin en uzun protesto yürüyüşüne neden çıktı? 10 Muharrem’de sona eren bu kutsal yürüyüş yol ayırımındaki ümmete ne tür büyük mesajlar taşıyordu?

Eğer bugün Müslümanlar, işgallerden, sömürüden, yozlaşmaktan, dünyevileşmekten, despot yönetimlerden ve çürümüşlükten kurtulmak istiyorsa asırlar önce verilmek istenen bu mesajı çok iyi okumalı… Ancak bu mesajı okumak için ümmetin bu tarihi sahifesini görmezlikten gelimemeli ya da hain Kufeliler gibi ihanet duygusuyla kendisine işkence etmemeli. Mesaja… mesaja… yani Hüseyin’in ortaya koyduğu davaya odaklanılmalı…

Sünnisiyle ve Şiisiyle herkes bilmeli ki, Hz. Hüseyin ve beraberindekiler şehid edilirken ümmetin sessiz kalması asla affedilecek bir durum değildir… Senelerdir dedelerimizin ve atalarımızın tuttukları yas, Zalim Yezid’e boyun eğişin ve Hz. Hüseyin’in davasına sahip çıkmamaktan kaynaklanan bir ar ve utanç olmasın? Ümmetin asırlardır belini bir türlü doğrulatamaması hem Kur’an’ın, hem Peygamberin hem de Hz. Hüseyin’in ortaya koyduğu mesajı doğru bir şekilde anlamamazlıktan kaynaklanmıyor mu? Hâlâ bile ümmetin Hüseyinleri Afganistan’da, Filistin’de, Somali’de, Çeçenistan’da, Irak’ta ve Yemen’de şehid edilirken sessiz kalmıyor muyuz? Kutsal mabedlerimiz kirletilirken dünyanın çirkin bataklığında bocalanmıyor muyuz?

Hz. Hüseyin, Muaviye’nin, vefatından önce halefi olarak ümmetin başına Yezid’i tayin etme şekline ve insanların zorla biate zorlanmasına baş kaldırmıştı. Hüseyin’den sonra İmam Hanifeler, İmam Şafiler, İmam Malikler ve İmam Ahmedler de zorla biate karşı çıkmış ve bunun bedelini hemen hemen hepsi kanıyla ödemişti. Çünkü İslam tarihinin Raşid Halifeleri Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali kimseden zorla biat almamış bilakis ümmetin onayıyla seçilmişlerdi.

Yezid’in seçilişi sonrası Hz. Hüseyin uzun ve tarihi bir yolculuğa çıkıyordu. Yürüyüşe başladığı andan itibaren zalim Yezid’in yüzlerce atlı ve silahlı adamı adım adım onları izliyor ve taciz ediyordu… Kafiledeki kadınların ve çocukların korkudan bedenleri titriyor ve çığlıkları bütün bir vahayı ve çölü inletiyordu…

Hz. Hüseyin Kufelilerin daveti üzerine oraya doğru yola çıkmıştı. Ancak o da biliyordu ki onlar sözlerinde durmayacak ve ihanet edeceklerdi. Giderken yolda İkrime oğullarından birisiyle karşılaştı. Bu zat, Hz. Hüseyin’e “Canım sana feda olsun geri dön. Vallahi sen ancak mızrakların ucuna ve kılıçlara doğru gidiyorsun. Sana mektup yazanlara asla güvenme! Çünkü onlar seninle savaşmaya kalkacak ilk kişilerdir” dedi. Hüseyin bu cevabı onayladı ve şöyle dedi: “İş Allah’a kalmıştır. O ne dilemişse o olacaktır. Hükümleri her an yerine gelir. Eğer iradesi bizim arzumuz yönündeyse şükürler olsun deriz. Yok, ümitlerimiz boşa çıkarsa, o zaman da sabır ve geri çekilişimizin karşılığını alırız.”

Hz. Peygamber (sav)’in cennetteki gençlerin efendisi olarak adlandırdığı Hz. Hüseyin, ümmetin tarihi bir yol ayırımında olduğunu bildiği için silahsız olarak kadın ve çocuklarla birlikte, -küçük bir grup bile olsalar. Tıpkı Mavi Marmara gemisinin seferi gibi- yola koyulmuş ve yürüyüş esnasında kendilerini dört bir yandan an ben an kuşatarak izleyen sözde halife Yezid’in Müslüman(!) askerlerine şu altın öğütlerde bulunuyordu:

“Ey nâs (insanlar)! Hz. Peygamber buyurdu ki, ‘Kim ki zulmeden ve ilahi hududu aşan, Allah’a verdiği ahidden dönen ve peygamberin sünnetini hiçe sayıp, insanlar üzerinden zorla hükmünü yürüten bir yöneticiye rastlar da, söz ve eylemleriyle ona karşı çıkmaz ise Allah ahirette ona iyi bir hayat nasip etmeyecektir.’ Bakın! Onlar şeytanın peşinden gidip, Allah’ın hükümlerine karşı çıkıyorlar. Bozulma baş gösterdi. Allah’ın koyduğu hududu çiğniyorlar. Gayr-î Meşrû yollarla servet ediniyorlar. Meşrû, gayr-î meşrû oldu, gayr-î meşrû olana da meşrû kılıfı giydirildi.”

“Ey nas! Olup bitenleri görüyorsunuz. Dünyanın rengi değişti. Tümüyle faziletten yoksun hale geldi. Yalnızca her iyiliğin tortusu kaldı. Dikkat! Görmüyor musunuz, hak ve doğru yerin altına gönderildi. Bilerek batıl işler peşindeler. Kötü gidişi önleyebilecek kimse kalmadı. Zaman, her mü’minin Allah uğruna hakkı savunacağı zamandır. Şehid olmak istiyorum. Zalimlerle bir arada yaşama zulmün ta kendisidir.”

Fakat, Hz. Hüseyin’in yürüyüş esnasında günlerce Yezid’in adamlarına ve dalkavuklarına yaptığı konuşmalar -birkaç kişi dışında- kalpleri ve gözleri mühürlenmiş bu insanlara tesir etmiyordu. Muharrem’in 10’u Cuma günü yaklaştığında gözü dönmüş bu canilerin büyük bir katliama girişeceklerini hisseden Hz. Hüseyin onlara son kez seslendi:

“Ey nas! Soyuma şöyle bir bakın. Durun da, bir an için ben kimim, düşünün. Zihninizi kurcalayın, bilgilerinizi tazeleyin. Beni öldürmek ve bana duyulan saygıyı hiç saymak sizin için hak mıdır? Ben, sizin peygamberinizin kızı Fatıma’nın ve yeğeni Ali’nin oğlu değil miyim? Şehitlerin efendisi Hamza, babamın amcası değil miydi? Cafer-i Tayyar benim amcam değil midir? Peygamberin şu ünlü, ben ve kardeşim Hasan için “Cennet gençlerinin efendisi” diye buyuran hadisini hatırlamıyor musunuz? Eğer dediklerim doğruysa –ki kuşkusuz doğrudur, çünkü kendimi bildim bileli hiç yalan söylediğimi hatırlamıyorum- bana karşı kınından çekilmiş kılıçlarla durmayı mı reva görüyorsunuz? Eğer söylediklerime inanmıyorsanız, aranızda doğruluğunu ölçebilecek kimseler vardır. Peygamberin benim ve kardeşim hakkında böyle bir şey deyip demediğini onlar size söyler. Bu gerçeğin sizi kanımı dökmekten alıkoyması gerekmez mi? Allah’a yemin ederim ki, şu andan yeryüzünde benden başka peygamber torunu yoktur. Ben Peygamberinizin doğrudan doğruya sülbünden gelen bir torunuyum. Birinizin canına kıydımda mı, beni öldürmek istiyorsunuz? İçinizden birinin kanını mı akıttım? Bir kimsenin malını mı gasbettim? Evet, ne yaptım? Söyleyin! Nedir benim suçum? Nedir beni suçum?”

Hüseyin bu soruyu üst üste sordu, amma cevap veren olmadı. Bilakis daha da gaddarlaşıyordu zalimler. Hz. Hüseyin’in üzerine saldırmak için vakit kolluyorlardı. 10 Muharrem’de gün daha ağarmadan sabah namazı sonrası saldırıya geçti katiller ve gaspçılar ordusu… Kadın ve çocuk ayırmaksızın silahsız toplam 72 kişinin üzerine yüzlerce atlı ve silahlı çullandı… Mü’min saflar bir bir şehid veriyordu. Dünya belki ilk kez bu kadar karalara bürünüyordu… Bağiler ve zalimler o kadar aşırı gidiyorlar ki, kılıç ve mızraklarla delik deşik ettikleri Hz. Hüseyin’in başını mübarek vücudundan koparıyorlar… Bununla da yetinmiyorlar zalimler, Hz. Hüseyin’in mübarek başını şehir şehir dolaştırıp zalim Yezid’in sarayına getirip ayaklarının önünde yere atıyorlar… (Allah’ım sen bize sabırlar ver…)

İşte, ümmetin en karanlık sahifesi… Hakikatle bağımızın koptuğu nokta… Filmin koptuğu yer… Bugün bu unutulsa bile, Muharrem günleri her yıl bu dehşetli trajediyi anılarımızda taptaze canlandırıyor. Fakat, kaç kişi bu büyük trajediye doğru bir açıdan bakabilmekte ve bu dünyada hayırla şer arasında süregelen kavga yönünde tam olarak anlamını kavrayabilmektedir?

Hz. Hüseyin şehid edildiği yere – ki burası Kufe’ye bir mesafe uzaklıkta çöl bir bölgeydi- vardığında “Buranın adı ne?” deyince, ona “Kerbela” dediler. Hz. Hüseyin “Burası kerb (sıkıntı, meşakkat) ve belalı bir yerdir. Babam Hz. Ali, Sıffin’a giderken buraya uğramıştı. Ben de onunla birlikteydim. Babam burada durdu ve adını sorunca, ismini haber verdiler. Babam ‘burası onların hayvanlarını konaklattıkları yerdir. Onların kanlarının akacağı yer burasıdır’ dedi. Bunun sebebi sorulunca babam; “Muhammed’in âli-beytinden bir zümre buraya inecek ve konaklayacak” dedi. Hz. Hüseyin’in emri üzerine hicri 61 yılı muharrem ayının başı (biri) Çarşamba günü yükü bu mekâna indirildi. Hz. Hüseyin bundan on gün sonra öldürüldü. Şehadeti aşura günüydü…

Peki, Hz. Peygamberin, Hz. Fatıma’nın ve Hz. Ali’nin doğrudan terbiyesi altında yetişmiş ve sahabelerin oluşturduğu en iyi toplum içinde küçüklüğünden orta yaşlara varıncaya kadar yaşamış Hz. Hüseyin bu uzun protesto gösterisiyle ümmete ne mesaj vermek istemişti?

Hz. Hüseyin bu yürüyüşüyle ümmetin iktidarını zorla gasbedenlere, insanların rızası olmadan zorla biat alanlara, debdebeli saraylar inşa edenlere, lüks ve israfa dalanlara, ümmetin malı olan beytül malı kendi çıkarları için çarçur edenlere, adaleti terk edenlere, halklarına zulmedenlere, düşünce özgürlüğüne gem vuranlara, hukukun üstünlüğünü hiçe sayanlara, vatandaşları arasında din, dil ve ırk ayırımı yapanlara, şurayı askıya alanlara ve zayıfları dışlayıp zenginlere kucak açanlara karşı nasıl durulması gerektiğini öğretti bütün insanlığa…

21. yüzyıl Müslümanlarının Hz. Hüseyin’in bu mesajından alacakları ne güzel örnekler var. Yüksek bir ideal sahibi olmak ve onun için ölümü, sıkıntıları, eziyetleri, hakareti ve işkenceleri göze almak… Adalet, özgürlük ve eşitlik için… Ancak tüm bu idealler tersinden bir diktatöre, despota ve zalime dönüşmeden gerçekleştirilmeli. Müslüman kanı akıtılmadan yürünmeli. Rahmet ve sabır kılıcını kuşanmalı… Yoksa Ali’nin ve Hüseyin’in yolunda olduğunu söyleyenler de gün gelir Yezidleşebilir…

Hâsılıkelâm; Hüseyinlerin idealleri ve ülküleri vardır, mazeretleri yoktur ancak Yezidlerin ne değerleri ne de idealleri vardır, mazeretleri ve kılıfları ise çoktur…

İmam Şafiî “Ehli Beyt’i Sevmek Farzdır” adlı şiirinde şöyle der:

Ey Resûlullah’ın ehli beyti
İndirdiği Kur’an’da Allah
Farz kıldı sevginizi*
Yeter şeref olarak size, böyle övünç bulunmaz
Size salat getirmeyinin
Namazı olmaz.**

*Ahzab Suresi’nin 33. ayetinde işaret ediliyor.
**Namazlarda kunut duası sonrası âli beyte salat ve selam getirilir. Nesei, Sünen, Kitabu’s-Sehv, Bab 49.

TURAN KIŞLAKÇIGazeteci, Yazar

Külbe-i ahzân’ında âh ü fizâr bir Simurg. Ehl-i hikmet muhibbi ve hakikat arayıcısı bir yolcu. Uluslararası ilişkiler, ilahiyat, dinler tarihi ve felsefe alanlarıyla iştigal eder, hududü’l...

DETAYLAR
ARŞİV