Dinin yeniden yükselişi ve El Milel ve’n Nihal

Hiç dikkatinizi çekiyor mu, bilmiyorum, Son 30 yıldır en çok konuşulan konuların başında “din” geliyor.

Gün yok ki, “iyi ya da kötü” dini bir mevzu dünya gündeminde yerini almış olmasın. Bütün dünya başkentlerinde, televizyonlarda, gazetelerde, sinemalarda ve internette hep “din” konuşuluyor.

Daha geçen asırda uzmanlar, etnik-ulusal hareketlerden söz ederdi. Aşırı sağ, sağ, sol, sosyal demokrat, Marksist, liberal, Sosyalist, komünist, Kapitalist ve ulusalcı kavramlar yerine bugün Yahudi, Hıristiyan, Katolik, Zerdüşt, Protestan, Hindu, Budist, Cainist, Maroni, Müslüman, Şii, Sünni, Sufi ve “New Age” takipçileri daha çok zikredilir oldu.

Dini kimlik her şeyin üzerine çıkmış durumda. Tüm dinlerin kutsal mekânları ziyaretçi akınına uğruyor. Moskova, Atina ve Belgrad, komünizmin yıkılmasından sonra yeniden canlanan Ortodoks kilisesinin kalbi haline geldi. Hindistan’da Hinduizm, güney ve doğu Asya’da Budizm yeniden canlanıyor. Hâlâ sürgünde olan Tibet’in ruhani lideri Dalay Lama uluslararası bir sima haline geldi. Uluslararası ilişkilerde din önemli bir rol oynuyor bugün artık…

Dine inanmayanlar bile bu yeni manzarayı kavrayabilmek umuduyla dini kitapları İncil’i, Tevrat’ı, Kur’an’ı ve Vedaları keşfetmeye ve ayetlerini yeniden kendince yorumlamaya kalkıştı. Batı bu “postmodern aklı” önceden keşfetmiş olmalı ki dini figürlerin ve kavramların için boşalttı. Dünyanın en saygın günlük, haftalık yayınları kapak ve manşetlerine, televizyonlar da tartışma programlarına kifayetsiz insanları taşıyarak gerçek dini algının oluşmasını bulanıklaştırdı.

Bunun yanı sıra, kapitalist batı dünyasının yaşadığı siyasal, felsefi ve ekonomik krizden dolayı dünya eksen değiştiriyor. Dünya sisteminin yeni evrimi bu kez Asya’da kendini gösterecek gibi. Son yıllarda Asya’nın jeopolitiği, jeoekonomisi ve jeostratejisi de uzmanların konuştuğu ve yazdığı bahislerin başında yer alıyor.

Bu gelişmeleri önceden sezen Batı, Samuel Huntington’a yazdırılan “Medeniyetler Çatışması” teziyle aslında dinler çatışmasını öngörüyordu ya da bunu körüklemek istiyordu. Asya’da yaşanan kriz ve çatışmaların aslında bir tesadüf olmadığını bilmek için müneccim olmaya gerek yok…

Her ne ise, bu konuyu daha fazla uzatmadan gelmek istediğim konu şu; Yirbirinci Yüzyıl dünya sisteminin yapısını ve yörüngesini nasıl analiz edebiliriz? Ve biz Müslümanlar olarak yeni bir evrimin eşiğinde olan dünyaya neler sunabiliriz? İşte, üzerinde iyice düşünmemiz gereken konular bunlar.

Bu merhalede ilk yapılması gereken şey, etrafımızda her gün müşahede ettiğimiz eşyaları berrak bir şekilde görüp, yeniden tanımlamaktan geçer. Bu konuda da Müslümanların dünyaya kazandırdıkları önemli ilim dallarından biri olan “Dinler Tarihi”nin çok önemli bir görev ifa edeceğini düşünüyorum.

Müslüman ilim adamlarının geliştirdikleri “El Milel ve’n Nihal” ilmi insanlığın entelektüel geçmişinden hayati ve iz bırakan bir rol oynadı. İslam’ın ilk çağlarından itibaren Müslüman araştırmacıların, karşılaştıkları medeniyetlerde hâkim olan dini düşünceyi sistemli bir şekilde tanıma girişimlerine ve ilgilerine tanıklık ediyoruz. Kur’an-ı Kerim’in ve Hadislerin de teşvikiyle Müslümanların diğer dinleri tanıma girişimi sonucu ciltler dolusu kitaplar yazıldı ve yeni bir ilim doğdu.

Kur’an-ı Kerim, bütün beşeriyete hitap ediyordu. O halde O’nun diğer dinlere ve onların mensuplarına da hitap etmesi tabiî idi. Şunu hemen belirtelim ki, Kur’an’ın hedefi, şiddet ve zorlama ile mevcut inançları silip yok etmek değildi. Bilakis O, “Din Hürriyeti”ne kapı açan “Din Zorlama”yı yasak ediyordu. Kur’ani manadaki inanç sistemine mensubiyeti, sadece Allah’ın iradesine bağlı bir husus olarak gösteriyordu. Ve bu meseleyi şöyle açıklıyordu: “Eğer, Rabbin dileseydi bütün insanları muhakkik ki bir tek ümmet yapardı. Onlar ihtilaf edeci bir halde (işte böylece) devam edip gideceklerdir.” (Hud / 118) Ve yine Kur’an son elçi Hz. Muhammed (sav)’den önce her millete bir peygamber gönderildiğini anlatır: “Her millet için mutlaka bir uyarıcı (peygamber) bulunmuştur.” (Fatır / 24)

İslam dışı inanç sistemlerinin zaruri varlığını böylece kabul eden Kur’an, bu inanç mensuplarına karşı da en insani ve en mantikî politikayı takip eder. “Sizin dininiz size, Benim dinim de Bana…”(Kafirun / 6) prensibi ile herkesi inancı ile baş başa bırakır. Lakin bu politika içinde Kur’an-ı Kerim, kendi içine kapanmış pasif bir durum arzetmez. O’nun hedefi, beşeriyeti, Hakka, hayra, en güzele davettir. Bundan dolayı, bu ulvi gaye için de Kur’an, Allah’ın elçisine ve dolayısıyla topyekûn mü’minlere şu ince ve nazik davet metodunu tavsiye eder: “(İnsanları) Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et. Onlarla mücadeleni en güzel yol hangisi ise onun yap.” (Nahl / 125)

Sabiileri, Mecusileri, Yahudileri ve Hıristiyanları bizzat zikreden Kur’an-ı Kerim diğer dinlere de atıflarda bulunur. Bundan hareketle İslam âlimleri, hem dinler tarihinde hem de mukayeseli din araştırmaları alanında önemli teliflerde bulundular. İbn Hazm “Kitabu’l Fasl Fi’l Milel ve’l Ehvâi ve’n Nihal”, İbn Teymiyye “El-Cevabu’s Sahih Li Men Beddele Dine’l Mesih”, Şehristani “El Mile ve’n Nihal”, El Biruni “Tahkik Ma li’l Hind”, İmam Gazali “Er Reddu’l Cemil”, Cahız “Er Redd Ale’n Nasara” ve Ebi’l Hasan el Amiri “El Emed Ale’l Ebed” adlı kitaplarıyla çok önemli bir boşluğu doldurdular.

Müslümanları diğer dinleri tanımaya iten en önemli saik diğer dinlerin bozulmuş dinler olduğunu, İslam’ın ise tek geçerli din olduğunu göstermekti. Bununla beraber, bu saik yanında, dinler üzerine çalışan Müslüman âlimlerin iki ortak özelliği daha vardı: Birincisi, diğer dinler hakkında gerçekleri ortaya çıkarmak için gönülden bir gayret içindeydiler. İkincisi de, ulaştıkları gerçekleri büyük bir dürüstlükle ortaya koydular. Şüphesiz diğer dini geleneklerin doktrinlerini reddettiler fakat, asla onların doktrinlerini ve tarihlerini tahrif etmeye çalışmadılar.

Hâsılıkelâm, Müslümanlar bugün dünyayı anlamak istiyorlarsa dinlerinin emri mucibince dünyayı çok iyi bilmeleri ve münazara usulünü çok iyi bir şekilde canlı tutmaları gerekiyor.

TURAN KIŞLAKÇIGazeteci, Yazar

Külbe-i ahzân’ında âh ü fizâr bir Simurg. Ehl-i hikmet muhibbi ve hakikat arayıcısı bir yolcu. Uluslararası ilişkiler, ilahiyat, dinler tarihi ve felsefe alanlarıyla iştigal eder, hududü’l...

DETAYLAR
ARŞİV