Yeni eğitim-öğretim yılı Türkiye’de olduğu gibi tüm dünyada başladı. Her yıl olduğu gibi bu yıl da uzmanlar, dünyada ve İslam dünyasında eğitimin durumunu ve genç neslin sorunlarını tartışmaya başladı.
Ancak ele alınan çalışmalara baktığımızda uzmanlar pek de iç açıcı bir gelecekten bahsetmiyor. İletişim ve internet çağı ile birlikte genç neslin şaşırtıcı bir şekilde dengesini kaybettiği üzerinde duruluyor. Hatta bazı yazarlar, insanlığın tarihte eşi görülmemiş, kitlesel bir yozlaşma süreciyle yüz yüze olduğunu vurguluyor.
İlim adamları, bunun önü alınmaz ise, gittikçe yalnızlaşan, aşırı bencil/narsist, zevkperest/hedonist, gelecek kaygısı olan, hayali bir iyimserliğe sahip, öfke ve nefret dolu bir insanlığa doğru yol aldığımızı belirtiyor. Dünyada yaşanan büyük ahlâki buhranın ileriki yıllarda çok kötü sonuçlarının olacağına işaret eden uzmanlar, intihar, şiddet, öldürme, endişe, depresyon, ruhî ve bulaşıcı hastalıkların genç nesil arasında daha da yaygınlaşacağına dikkat çekiyor.
Teknolojideki hızlı değişimin beraberinde büyük bir kültürel değişimi de getirdiğini ve bunun “Dijital bir nesil” doğurduğunu ifade eden uzmanlar, dünyanın “Küresel bir Açıkhava Tımarhanesi”ne dönüştüğü uyarısında bulunuyor. İlim adamları sonuç olarak, kurtuluşun sükûnet, sevgi, paylaşma ve merhamet kavramlarında yattığının altını çiziyor.
Şimdi yeni durumla baş etmeden önce, İslam dünyası başta olmak üzere dünyanın bu hale nasıl geldiğini görmek için büyük bir beyin jimnastiği yapmamız icap ediyor.
Epistemolojisini, ontolojisini ve axiolojisini yitiren yeni neslin yaşadığı zihinsel felcin aslında, asırlardır devam ede gelen bir hastalıktan sonra oluştuğunu görmek gerekiyor. Bunda eğitim kurumlarımızdaki taklitçiliğin, yamacılığın ve liyakatsiz ilim ehlinin büyük payı bulunuyor.
Geçmişe doğru bir okuma yapar isek, filvaki, 17. yüzyılda sömürgeciliğin Afrika ve Hint alt kıtasına yayılması ile Müslümanlar eğitim tartışmalarına başladı ve 4 asırdır bu sorunun ekseninde münazaralarımız devam ediyor. Bilhassa, 1798’de Napolyon’un Mısır’ı işgal etmesi ve kadim el-Ezher üniversitesi üzerinde Fransa’nın etkisinin artmasıyla, İslam âleminin genelinde medreselerdeki eğitim sistemi masaya yatırıldı.
Başta Mısırlı Rifat Tahtavi, Tunuslu Hayrettin Paşa, Hindistanlı Sir Seyyid Ahmed Han ve Afganistanlı Cemalettin Afganî olmak üzere bazı düşünürler medreselerin ıslah edilmesi gerektiği yönünde seslerini yükseltti. II. Mahmud ve II. Abdülhamid döneminde eski medreselerin yanı sıra yeni mektepler inşa edildi. Hindistan’da Şah Veliyullah Dehlevi’nin takipçisi olan âlim Şibli Numanî öncülüğünde eski ve yeni eğitim sistemini mezceden medreseler kuruldu.
O dönemde medreselerin durumuna baktığımızda hakikaten vahim bir durumda olduklarını müşahede ederiz. Tüm İslam dünyasında olduğu gibi Hilafetin merkezi İstanbul’da da medreseler ciddi tartışma konusu olmuştur.
Sebilü’r-Reşad ve Sırat-ı Müstakim dergilerinin sayfaları medreselerin ıslahı konusu gibi bugün bile bize ışık tutacak tartışmalarla dolu. Özellikle Sebilü’r-Reşad’da “Medrese Talebelerinde Hareket-i Fikriye” başlığı altında ele alınan yazılarda, medrese mensuplarının yeniliklere açıklığı işlenmiştir.
Mustafa Hakkı, “Islâhı Medâris ve Esbâbı İnhitatımız” ve Ömer Fuad “Medreseler” adlı makalelerinde medreselerdeki eğitime şu eleştiriyi getirmişlerdir: “Bu kadar sene Arapça okuyoruz, fakat iki kelimeyi bir araya getirip söyleyemiyoruz. Zaten hocalarımız da buna muktedir değildir. İcâzet alan bir talebe, eğer hafız değilse, harekesiz Kur’an’ı, Hadisleri doğru okuyamadığı gibi, manasını da anlayamıyor. Buna mukabil bari din ilimlerine vukufumuz olsa. Artık bu hal devam etmeyecektir.”
Tanzimat ile birlikte yeni açılan okulların siyasilerin gözünde daha değerli hale gelmesi ile medreselerin kıymetten ve rağbetten nasıl düştüğünü ve hızlı bir çöküşe geçtiğini yazan M. Salih Vecdi ise “Medreselerin Avâmil-i İnhitâtından: Rağbetsizlik” adlı makalesinde şu yorumda bulunur: “Medreselerin gerileme sebeplerinden biri de buralara rağbetsizliktir, medreselerin geçmiş devirlerine baktığımızda oldukça rağbet gördüğü aşikârdır, bu sayede medreseler terakki ve tekâmül etmişlerdir, bu sebeple İslâm Âlemi baştan başa irfan kitlesine dönüşmüştür.”
1892 yılında Osmanlı’ya ziyarette bulunan Şibli Numanî, “Anadolu, Suriye ve Mısır Seyahatnamesi” adlı kitabında, İstanbul’daki eski medreseler üzerinde geniş bir biçimde durur ve içinde bulundukları vahim duruma atıfta bulunur. Felsefe ve mantık derslerinin azlığına, hadis kitaplarının okutulmamasına, edebiyat ve usûl derslerinin kâfi derecede verilmediğine işaret eden Numanî sözlerini şöyle bitirir: “Şüphesiz Fıkıh dersine hayli ilgi gösterilmekte amma bunun eğitimi de müçtehitçe bir tarzda değil, aksine son derece âmiyâne ve sadece onlara uyum gösterir tarzda yapılmaktadır. Bazı hocalarla oturup görüşmelerim oldu. Onlar öyle basit ve genel halk seviyesindeki meseleler üzerinden konuşmalar yapıyorlardı ki, bunları dinledikçe hem hayret ediyordum, hem de derinden üzüntü duyuyordum.”
İşte, bu hazin durum sonrası yapılan tüm ıslah çalışmalarına rağmen İslam dünyasındaki çöküşün önüne geçilemedi. Fransa’da ve İngiltere’de eğitim gören Müslüman gençler hem Osmanlı’nın dağılmasına neden oldu, hem de İslam âleminin milliyetçilik başta olmak üzere batıdan getirdikleri düşünceler ile zehirlenmesine sebep oldu.
Külbe-i ahzân’ında âh ü fizâr bir Simurg. Ehl-i hikmet muhibbi ve hakikat arayıcısı bir yolcu. Uluslararası ilişkiler, ilahiyat, dinler tarihi ve felsefe alanlarıyla iştigal eder, hududü’l...
DETAYLAR