“Gözler kördür, İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman gerçeği görebilir…”
Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen hafta Cezayir, Moritanya, Senegal ve Mali‘yi kapsayan Batı Afrika ülkelerini ziyaret etti. Altın, petrol, gaz, uranyum gibi zenginliklere sahip olan Batı Afrika ülkeleri, maalesef; bu zenginliklere rağmen geçmişte Batı tarafından sömürüldüğü için halen fakir bir halde.
Cumhurbaşkanının ziyaret ettiği Batı Afrika ülkeleri içinde en çok dikkat çeken ülkelerden biri de Moritanya. 4.5 milyon nüfusa sahip olan Moritanya’nın eski adı Şankıt’tır. Bölgede yetişen birçok alim ve düşünür Şankıt adı ve unvanını kullanmaktadır. Milyon Şairler ülkesi adıyla da anılan Moritanya’da küçük yaşlarda şiir ezberlemeye başlayan Moritanyalıların birçoğu şiir divanları hafızıdır.
Moritanya’nın dikkat çekici özelliklerinden biri de, bugün, dünyada 100’den fazla dile çevrilen ve dünyanın hemen hemen birçok ülkesinde ‘en çok satan kitap’ unvanını kazanan “Küçük Prens” adlı hikaye kitabının yazarı Fransız pilot, şair, aristokrat, yazar Antoine de Saint Exupéry’nin bir Moritanya sevdalısı olmasıdır. Paris’ten Batı Afrika bölgesindeki sömürgeci Fransız askerlerine mektup taşıyan Exupéry’nin uçağı 1935’te Moritanya’da Sahra Çölü’ne düşer. “Küçük Prens” adlı hikâyede Exupéry, uçağıyla çöle düşmüş bir pilotun başka gezegenden gelen bir çocukla karşılaşmasını anlatıyor. Çocuk ona gezegeninden ve değerli gülünden bahsediyor. Ve bir çöl tilkisinin ona, gülünü önemli kılanın, onun için harcadığı zaman olduğunu söylediğini anlatıyor.
1900 yılında doğan yazar, Fransa’nın oldukça eski, ama zamanla fakirleşmiş aristokrat bir ailesinden gelmektedir. 1922 yılında pilot olmuş, havacılık yaşantısını anlatan kitaplar kaleme almıştır. 1944 yılında uçtuğu bir keşif uçuşundan, Akdeniz göklerinden geri gelememiştir. 1998 senesinde bir Fransız balıkçı, üzerinde Antoine de Saint Exupéry yazan askeri bir künye bulur. 2003 yılında, o bölgede yapılan araştırmalar sonucunda uçağın enkazına ulaşırlar.
1943 yılında en bilinen eseri “Küçük Prens”i bitiren Exupéry kitapta, insanın artık yapacak bir şeyi, tutunacak dalı kalmadığında bu dünyayı kendi isteğiyle terk edebilmesinin erdemini ima ediyor. Bunu düşününce insan, Exupéry’nin bu romanı ölmeden bir yıl kadar önce yazmış olması da enteresan geliyor. Küçük Prens bu açıdan bakıldığında sanki Exupéry’nin vasiyeti gibi…
Bir pilot için okyanus, gökyüzü ve çöl insanın içine sonsuzluk ruhu aşılayan dünyanın büyülü bölgeleridir. Kuzey Afrika çölleri, Avrupalılar için bir cazibe merkezi olmuştur. Kadim uygarlıkları hatırlatan çöller, bağrında kim bilir nice eski şehirleri taşır. Engin bir okyanusu andıran kavis gibi uzun bir hat çizen kum tepecikleri, Arap harflerinden elif gibi uzar gider sonsuzluğa. Çöldeki her tepeciğe kulak dayadığınızda kadim masallardan neler anlatmaz ki size…
Exupéry “İnsanların Dünyası” adlı kitabında uçağının nasıl düştüğününü yanı sıra hem Moritanyayı hem de Sahra çölünü anlatır. “Biz, Sahra üzerinde bir kumuldan öbürüne sürüklenen, kumların mahkumu pilotlar, böyle güzelliklerden haftalarca, aylarca, yıllarca mahrum kalır, bir çıkış yolu bulamazdık” der çölün kendisi ve kitapları üzerindeki etkisini şöyle anlatır; “Ama ben yalnızlığın nasıl bir şey olduğunu bilirdim. Çölde geçen üç yıl bana yalnızlığın tadını öğretmişti. Orada insan yaşlanıyor olmaktan, bu mineral evreninde gençliğinin çürüyüp gitmesinden korkmaz, korktuğu şey kendisinden çok uzaklardaki dünyanın yaşlanıyor olduğudur.”
Dipsiz derinliklerin senfonisi, sonsuz boşlukların masalsı yönü çöldeki her efsaneye bir hikmet bahşeder. Bundandır ki, çölde geçirdiğiniz her lahza sizi pişirir hem de bilge yapar. Sırtınızı dayadığınız çölün sonsuzluğu ve yüzünüzü çevirdiğiniz karanlık evrendeki yıldızlar size dünyanın engin ve sonsuz yüzünü gösterir. Dünyadaki metropoller böylece gözünüzde küçülür de küçülür. Fezadaki her yıldız karşısında metropollerin yeri neydi ki zaten…
İşte Fransız pilot Exupéry de uçağıyla kıtalar arası dolaşırken yukarıdan dünyanın yaşadığı değişimi yakından müşahede eden isimlerden biriydi. Ve bunun insanlardan neleri alıp götürdüğünü çok bariz bir şekilde görüyordu. Batı uygarlığının bir çöl olduğunu söylemişti. İnsanlar farkında olmadan susuzluktan ölüyordu. Örneğin “Sessizlik bile başka sessizliklere benzemez” diyordu yazar, ve bu sessizlikler rüzgar gibi karman çorman oluyordu çölde. Gergin sessizlikler vardı, yalancı sessizlikler ve insanın arkasından iş çeviren sessizlikler. Geceleri nefesini tutup dinlediğin keskin sessizlikler ve sevdiklerini hatırladığında kulağına fısıldayan melankolik sessizlikler. “Gerçeğin mayası gözle görülmez” diyor ‘Küçük Prens’ adlı kitabında. İnsan, çölün bütün zenginliklerden uzaktaki büyük boşluğunda tek bir şeye ulaşabilir. O da içindeki ilahi maya olmalı.
Çölde nasıl var olmayan seraplar görülüyorsa, Exupéry de şehirlerde var olmayan çöller görüyor ve bunun kendisini, içindeki aslolan şeyden uzaklaştırdığına inanıyordu. Belki de bütün izlerin kaybolduğu gökyüzünde dolaşması ondandı. Exupéry çölü ve çöldekileri anlamanın yolunu da şöyle açıklar: “Çöl, başlangıçta yalnıza boşluk ve sessizlikle kaplıymış gibi gelir, çünkü çöl gündüz âşıklarına hiçbir şey sunmaz. Kendi memleketimizdeki en basit köy bile yoktur burada. Çöl uğruna, dünyanın geri kalanından vazgeçmezsek, onun geleneklerine, alışkanlıklarına, rekabetine alışmazsak, buranın bazıları için nasıl bir yurt olduğunu anlayamayız.”
Exupéry, pervaneli uçağıyla çöle düştüğünde, birkaç gün sonra oradan devesiyle geçmekte olan bir bedevi ilk kez gördüğü uçağa ve yazara şaşkın şaşkın bakarken, Exupéry; “Bu ne biliyor musun?” der. Bedevi: “Bu Hristiyanların devesi” diye cevap verir. Bedevi bu kez sorar: “Sen bununla ne yapıyorsun?”.
Exupéry, “Senin deveyle bir haftada gittiğin yolu, ben bununla bir saatte gidiyorum” demiş. Bedevinin yanıtı yine soru şeklinde ve biraz da acıyarak; “İyi de, geri kalan zamanında ne yapıyorsun?” olmuş!..
Yazarın bu örneği, aslında dünyamızın gelip tıkandığı noktayı çok güzel özetlemektedir.
Exupéry “Makina bir amaç değildir… Sadece uçak bir araçtır, tıpkı bir sapan gibi!.. Bizler, halâ yeni oyuncakları karşısında hayran hayran duran genç barbarlarız.” Ancak gelişmenin ölçüsünü de “Makinenin kendisi ne kadar yetkinleşirse, oynadığı rolün arkasında varlığını o derece duyurmayacak ve kendini o anda silecektir.” Ardından uçak ve dünya ilişkilerini şöyle açıklar: “Uçak bize dünyanın gerçek yüzünü buldurttu. Yüzyıllardır yollar bizi aldatıp durdular…” Yine aynı bölümde Büyük Sahra’daki kumlardan, Güney Amerika’daki volkan kraterleri ile tuz tabakalarından bahseder. Sahra’nın bir bölümündeki kumların, bir zamanların deniz canlılarının kabuklarının tozu olduğunu da ekler.Elbette sadece yeryüzünü irdelemez; gökyüzü ve yıldızları da anlatır. Özellikle Büyük Sahra’da “Kumlarla yıldızlar arasında sadece nefes alıp vermenin hazzını duyan, yolunu yitirmiş bir ölümlü kişiydim!” sözleriyle kendini sonsuzluk içindeki yerine koyar. Vaha bölümünde; “Uçağın başka bir mucizesi de, sizi dosdoğru gizlerin orta yerine daldırabilmesidir” der. Akabinde de “çölde uzaklaşma, mesafeyle ölçülemez” önermesini getirir.
Exupéry’e göre bu aile ve yaşam biçimi çölde bir vahadır, bir düştür! Takip eden satırlarında, üç yıllık çöl üzerindeki uçuşlarını ve yerli halkla ilişkilerini anlatır: “Çöl, önce insana bomboş, sessiz gelir” sözüyle içsel anlatıma döner! Kent ortasında içi bomboş ve kupkuru yaşamın, çölden daha beter bir hücre yaşamından farksız olduğunu anlatırken “İnsanın ülkesi kendi içindedir. Çöl ne kumlardır ne de eli silahlı Tuareglerdir” demekten kendini alamaz.
Küçük Prens adlı kitabın bir yerinde şu diyalog geçer:
“Geldiğin yerde” dedi Küçük Prens, “bir bahçede beş bin adet gül yetiştiriyorlar… yine de aradıklarını bulamıyorlar…”
“Bulamıyorlar” diye cevapladım.
“Aslında aradıkları şeyi tek bir gül goncasında, ya da bir parça suda bulabilirlerdi…”
“Pek tabii” diye cevapladım.
Ve Küçük Prens ekledi, “Ama onların gözleri kapalı. Kalbinle bakmalısın.”
“Günaydın,” dedi Küçük Prens.
“Günaydın,” dedi tüccar.
Bu tüccar bir ilaç satıyordu. Tek bir tane draje alıyordun, bir hafta su içmene gerek kalmıyordu.
“Bunları neden satıyorsun?” diye sordu Küçük Prens.
“Çünkü çok zaman kazandırıyor” diye cevapladı tüccar. “Uzmanlar hesapladı, haftada elli üç dakika kazanıyorsun.”
“Peki, o elli üç dakikada ne yapıyorsun?”
“Canın ne isterse…”
“Bana kalırsa” dedi Küçük Prens, “canımın istediğini yapabileceğim elli üç dakikam olsaydı, temiz, berrak bir su kaynağına yürümek isterdim.”
“İnsanların artık hiçbir şeyi anlamaya vakitleri yok. Dükkanlardan hazır şeyler satın alıyorlar. Ancak içinde arkadaş satılan dükkanlar olmadığından, artık insanların arkadaşı yok.”
İnsanları inceleyen Exupéry “Gerçek hiç de kanıtlanan bir şey değildir. Mantık mı? Yaşamı anlayabilirse anlasın bakalım!” diyerek geleneksel düşünce kalıplarını da sorgular. Zira, İspanya iç savaşı ve II. Dünya savaşında, cephede insanlara dair, şahit oldukları yaşam kesitlerinden bir hayli açıklamalar vardır ve elbette ölüm de yer alır!.. “Gerçek, bilirsiniz dünyayı basitleştiren bir şeydir, yoksa karışıklık yaratan şey değil… Gerçek evrenseli anlatan bir dildir” diye ekler ve bir de “Niçin birbirimizden nefret edelim? (…) Uygarlıkların birbirlerini yutmaya kalkışmaları iğrenç bir şeydir” sözleriyle yaşadığı dönemi iyice eleştirir. Son olarak hayatı “Boy veren bir ağaç yavaşlığıyla kuşaktan kuşağa geçen şey, yaşamdı. Ama aynı zamanda bilinçti” sözleriyle kitabını sonlandırır.
En sonunda yardımcı pilot arkadaşıyla birlikte bir Bedevi tarafından çölden kurtarılan Exupéry’ susuzluğunu giderirken; “Ey su, tarife gelmezsin, senin gizini çözemeyiz. Sen yaşama gerekli değil, yaşamın ta kendisisin” diyerek hoş bir tanımlama yapar.
Külbe-i ahzân’ında âh ü fizâr bir Simurg. Ehl-i hikmet muhibbi ve hakikat arayıcısı bir yolcu. Uluslararası ilişkiler, ilahiyat, dinler tarihi ve felsefe alanlarıyla iştigal eder, hududü’l...
DETAYLAR