Küresel haramilerin, korsanların, hırsızların ve soyguncuların elinde bir oyuncağa dönüştürülen dünya, gerçek kurtarıcılarını arıyor. Şiddet, kaos ve güvensizliğin sarıp sarmaladığı “düzensiz yeni dünya” SOS veriyor.
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle “küreselleştirilen savaş ya da terör” bize dünyanın “yeni bir milletlerarası hukuk”a ihtiyacı olduğunu apaçık ortaya koydu. Kültürel, etnik, dini ve kabilevi yapıların yeniden güçlü bir şekilde ortaya çıkışı ise bize yeni bir hukukun gerekliliğini gösterdi. Devletlerarası ilişkilerin artan karmaşıklığı da hukuk sorununa daha fazla önem yükledi.
Eğer dünya bu konuda bir adım atmaz ise, ekonomik krizin ve toplumsal dengesizliklerin tüm dünyayı ağır şekilde sarsmasıyla şiddet daha artacak ve ardından tsunamileri tetikleyecektir.
ABD’nin yıllardır yaptığı savaşlarda, katliamlarda ve kullandığı yasak silahlar karşısında bir şey yapamayan Uluslararası Ceza Mahkemesi, Uluslararası Adalet Divanı ve Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin artık hiçbir önemi kalmadı. 1989’da iki kutuplu dünyanın sonu ile birlikte milletlerarası hukuk yenilenmeliydi. Ancak ABD’nin manipülesi ile bu gerçekleşmedi.
İsrail’in de üç asırdır Filistinlilere karşı uyguladığı soykırım, sürgün, yasak silahlar ve işkence, uluslararası kurumlar tarafından kınanmaktan öteye geçmedi. Lâkin sorun Müslüman ülkeler olunca tüm uluslararası kurumlar harekete geçmek için her nedense acele etmeyi çok seviyor. Örneğin, çoğunluğu Müslüman olmasına rağmen sadece yüzde 30’u Hıristiyan olan “Doğu Timor”un Endonezya’dan ayrılıp ayrı bir ada devleti olmasına karar veren BM, yıllardır çatışmaların devam ettiği Filistin, Keşmir, Moro ve diğer Müslüman bölgeler hakkında kendi verdiği kararları dahi uygulamakta aciz kaldı.
Aslında BM 1945 yılında kurulduğu günden beri, ne çatışmaların önüne geçebildi ne de hakiki manada bir fonksiyon icra edebildi. Merkezi ABD’de bulunan ve çalışanlarının maaşlarının büyük oranda Amerika tarafından karşılandığı BM’nin Irak, Afganistan, Somali ve Filistin’deki savaşlara ve Müslüman katliamına ses çıkarması zaten beklenemezdi. Sadece bunlar değil, Latin Amerika’daki katliamlar, darbeler, suikastlar ve bunun yanı sıra Afrika’da Fransa başta olmak üzere büyük(!) güçlerin işlediği katliamlar hep görmezlikten gelindi.
ABD ve İsrail gibi ülkelerin uluslararası hukuku tanımaması diğer ulus-devletleri de hukuk tanımaz hale getirdi. Böylece devletler uluslararası hukukun üstüne çıkmış oldu. Keza “antlaşmalar” ve “sözleşmeler” de önemini yitirdi.
Bu bilinen vakıanın dışına çıkıp baktığımızda, dünyanın ciddi manada “milletlerarası hukuk”a ihtiyacı olduğunu görüyoruz. “Ulus” kavramının 19. ve 20. yüzyılda dünya halklarının zihinlerinde bıraktığı kötü imajdan dolayı “millet” kavramının kullanılmasından yanayım.
Peki, günümüz dünyası yeni bir milletlerarası hukukun oluşumuna hazır mı?
Dünyadaki gelişmeleri sathî bir biçimde okursak hazır değil gibi görünebilir ancak ciddi bir boşluk olduğu ortada ve bu boşluk doldurulmaz ise dünya büyük bir yıkıma sürüklenecektir.
Özellikle, son birkaç asırdır dünyada yaşanan hukuksuzluğun en büyük kurbanı olan Müslümanlar “Yeni Milletlerarası Hukuk”un öncülüğünü yapabilirler. Bazılarına göre, bu basit bir iddia gibi görünebilir fakat daha açık söylemem gerekirse, Müslümanlardan başka “yeni bir milletlerarası hukuku” hiç kimse inşa edemeyecektir.
Çünkü “milletlerarası hukuku” dünyaya ilk Müslümanlar kazandırdı ve bugün de aynı şeyi yapmaya daha layıktırlar. Yeter ki sahip oldukları zenginliklerin ve etkinin farkında olsunlar.
Müslümanlar tarafından “milletlerarası hukuk” alanında ilk verilen eser İmam Ebu Hanife’nin İmameyn adıyla meşhur iki öğrencisinden biri olan İmam Muhammed’in “Siyer-i Kebir” isimli eseridir. Bu eser, devletlerarası hukuk sahasında yazılmış ilk eser olması dolayısıyla UNESCO tarafından Fransızcaya tercüme edildi. Tercümeyi de Hindistanlı ünlü Müslüman düşünür Muhammed Hamidullah yaptı. Bu önemli kitap, İmam Serahsi’nin şerhiyle birlikte “İslam Devletler Hukuku” adıyla Türkçeye kazandırılmış durumda.
Müslüman âlimlerin bu konuda ciltler dolusu eseri bulunuyor. Bu alanda ilk eser kaleme alan Batılı müelliflerin de Müslümanlardan etkilendikleri bugün herkes tarafından kabul görmekte. Batılı ilk hukukçuların, İslâm düşüncesinin Endülüs ve Sicilya üzerinden Batıya uzanan yıllarda ışık tuttuğu bölgeler olan İspanya ve İtalya’dan çıkmış olması dikkat çekicidir. Üstelik Batılı devletler hukukunun en büyük kurucu hocası olan Hollandalı Hugo Grotius’un (1583-1645) bu alandaki birikim ve yetişmesini, İstanbul’da sürgün hayatı yaşarken incelediği İslâm hukuk kaynaklarına borçlu olduğu bilinmektedir. Daha sonra yetişen T. Aquinas, Sato ve Bifendrof gibi hukukçular da yine İslâm kültüründen etkilenen hukukçulardır.
Hukukçuların kendisine sık sık atıfta bulundukları 19. yüzyılın ünlü yazarı Ernest Nys, devletler hukukunun köklerini ele aldığı eserinde, Müslümanların erken tarihlerden itibaren savaş hukukunu ve onun insani boyutunu incelediklerini, İspanyolların da kendi savaş hukuklarını tespitte onlardan esinlediklerini söyler.
Öte yandan, Sri Lanka asıllı eski Uluslararası Adalet Divanı başkanı C. G. Weeramantry, “Islamic Jurisprudence: An International Perspective” adlı kitabında Batılı yazarların Müslümanların devletler hukuku alanındaki çalışmalarından etkilendiğini açıkça ortaya koydu.
Hâsılıkelâm, yüzyıllar boyunca bir avuç güçlü devletin dünyayı aralarında paylaşma isteğine cevap veren, bu paylaşıma hizmet eden bir kurallar dizisine dönüştürülen uluslararası hukuku, hakiki mecrasına koymak, yeniden bu ümmetin evlatlarının hakkı değil mi?
Eğer Müslümanlar bu mesuliyeti üzerlerine alma görevini üstlenmez iseler, daha çok Afganistanlar, Iraklar, Somaliler, Çeçenistanlar, Morolar ya da Ebu Gureybler, Guantanamolar ve Bagramlar görmeye devam edeceklerdir.
Külbe-i ahzân’ında âh ü fizâr bir Simurg. Ehl-i hikmet muhibbi ve hakikat arayıcısı bir yolcu. Uluslararası ilişkiler, ilahiyat, dinler tarihi ve felsefe alanlarıyla iştigal eder, hududü’l...
DETAYLAR