Günaydın pırıl pırıl gün, günaydın seher vakti, günaydın öten kuşlar, günaydın rengarenk çiçekler, günaydın billur gibi akan dere, günaydın mis gibi kokan tabiat… Cennette hafif ve tatlı esen rüzgarlar misali ılgıt ılgıt esiyor sabah yeli. Çiylerle raksediyor güneşin ilk ışınları. Seher vaktindeki bu tatlılık, susuzluk sonrası tatlı suyu yudumlamanın hoşluğunu bırakıyor insanın dimağında. Bahar aylarında gece gökyüzü de, bir yıldızlar şölenine dönüşür. İşte bundandır ki, mevsimler arasında ilkbahar bir başka güzeldir. Rubaîleri ile tanınmış dünyaca ünlü şairlerimizden Ömer Hayyam, baharın gelişin şöyle betimliyor:
“Güzel bir gün; hava ne sıcak, ne soğuk.
Yağmur gül bahçesinin tozunu alıyor.
Bülbül sarı güle hal diliyle
Feryat ediyor, diyor ki: İçmek gerek!”
İlkbahar hayatın dirilişidir. Bahar uzun bir kış uykusu sonrası tabiatın yeniden canlanışıdır. Hemen her yerde bir hareketlilik başlar. Diriliş sesi yükselir dört bir yandan. Bahar mevsimi, tazelik ve canlılık, sevinç ve heyecan bahşeder alemi hayavanata, nebâtâta ve cemadâta. Yaşlılar ise baharda adeta yeniden vücut buluyormuş gibi azalarının artan şikayetlerinden müşteki. Halbuki kış ile birlikte yorulan ve soğuyan iskeletlerine bahar havası ve güneşinin dokunuşu ile birlikte vücudun kendini yeniden gençliğe hazırlayış çabasıdır bu…
İlkbahar cennetin dünyadaki izdüşümüdür. Bahar cennetin insan mühayyilesinde yeniden vücut bulmasıdır. Soğuk ve zulmetin gitmesi, etrafın gül, gelincik, lâle, sünbül, nergis çiçekleriyle süslenerek adeta cennet bahçesine dönmesi; suların çoğalarak akarsuların coşkun akması, sabâ rüzgârının can bağışlaması, yeryüzüne bir letâfet gelmesi; yeme, içme, gezmenin vakti olması insana cenneti hatırlatır. İnsanoğlunun ilk babası Adem (as)’in cennetten çıkarılmasının üzerinden binlerce yıl geçti. Fakat insanoğlu, baharla birlikte cennetten çıkarılışına hep hüzünlenir. Her insanın dünyanın belirli yerlerini, özellikle ruhunun sükun edeceğin mekanlar olarak görmesi garip değil mi? Acaba baharın güzelliği, Adem ve Havva validemizden beri insanoğlunun hayalindeki cennetin, insan ruhundaki yansıması olabilir mi?
İlkbahar çocuklaşmaktır. İlkbahar çocuksu ruha dönüştür. Çünkü ruhunuz çocuksu bir ruha, neşeye ve eğlenceye sahip değilse tabiatın güzelliğini idrak edemezsiniz. Çocuksu bir bakışa ve haya gücüne sahip değilseniz denizlerin, gökyüzünün ve yeryüzünün ihtişamını müşahede edemezsiniz. O bakıştır ki, küçük bir evi saraya dönüştürür. O ruh güzelliğidir ki, her tabii olanda bir cemali görür. İlkbaharda insan ruhu bal arıları misali yeryüzünün tüm güzelliklerini içine ilmek ilmek dokur.
İlkbahar insanın kendini keşfidir. Çünkü baharla anlam kazanır hayat. Tabiatın zenginliğini keşfeden insan hakikatte kendi künhüne varır. Dünyası çiçeklerle dolar. Çiçekler anlamları, renkleri ve ilhamıyla insanı büyüler. Bahar aylarında zihnini boşaltmalı insan. İçini çiçekler, çimler, bitkiler, ağaçlar, su, gündüzün berraklığı ve gecenin yıldızları ile doldurmalı. İşte! O zaman, dünya kapısını açar insana.
İlkbahar yenilenmedir. Mevsimlerin değişimi bir mekandan başka bir mekana taşınmak gibidir. En çok ilkbaharda hissedilen mevsim değişikliği, insan vücudunda hem fizikî hem de ruhî birtakım değişikliklere sebep olur. Bundandır ki, bahar geldiğinde yaşanan bitkinliğe “bahar yorgunluğu” deriz veya bunu “bahar başıma vurdu” şeklinde izah ederiz. İlkbaharda insanların vücutlarına zindelik yayılır. Vücutlarda kan deveran edip bir değişim yaşar. Beyne kanın fazla hücumundan insan dimağı temizlenir ve yenilenir.
İlkbalar şarkılar mevsimidir. Baharla birlikte her taraftan melodiler yükselir. Sanki doğa büyük bir senfoni orkestrası gibi kendi şarkılarını söyler: Kuş cıvıltıları, kuzu melemeleri, çocuk ağlayışları, efil efil esen rüzgarın tınısı, toprağı yarıp gökyüzüne yükselen çiçeklerin hışırtısı ve cağlayanların coşkulu sedası. Bu müthiş tabiat orkestrasına bir de meltimsi rüzgarın dünyanın engine dağlarından topladığı çiçek ıtırlarının metropolü, şehri, kasabayı ve köyü sarması büyüler. Arif Sami Toker tarafından bestelenen şair Nedim’e ait “Erişti nev-bahar eyyâmı” şiiri şu sözlerle başlar:
“Erişti nev-bahar eyyâmı, açıldı gül-i gülşen
Çerâğan vakti geldi lâlezârın dîdesi rûşen”
(Geldi ilkbahar günleri, açıldı gül bahçesinde güller
Şenlik vakti geldi, lâle bahçesinin gözü pırıl pırıl parlıyor.)
İlkbahar şiir mevsimidir. Şairler bu aylarda yoğun bir ilham akışı yaşar. Tabiat bütün güzelliğini şairin önüne serer. Tıpkı ressamın veya fotoğrafçının önünde duran müthiş bir manzara gibi. Rengarenk çiçekler, istiare ve mecazları ile doldurulmuş ince latif sözler gibidir. İki mavinin, deniz ve gökyüzünün kıyısında yeryüzü bir başka görünür şaire. İnsan denizi ve gökyüzünü izlerken kendini ilahi bir resmin karşısında bulur. Şair Abdülhak Hamid Tarhan’ın Hindistan’ta kaleme aldığı “Külbe-yi İştiyak” adlı şiirinde şöyle der:
“Çemendir, bahrdır, kûh-sârdır, sûbh-ı rebîîdir,
Bu yerlerde doğan bir şâir olmak pek tabiîdir.”
(Çemendir, denizdir, dağdır, ilkbahar sabahıdır,
Bu yerlerde doğanların bir şair olması pek tabiidir.)
İlkbahar tabitanı yeniden doğumudur. Baharla hayat yeniden başlar. Yeni bir diriliş muştusu püskürtür insanın ruhuna. Çünkü gökyüzü ile yeryüzü yeniden kucaklaşmıştır. Bu birleşme sonrası yağmurlar başlar, çiçekler açar ve tabiat adeta yeniden doğar. Mevlana hazretleri der ki; “İlahi sır gereğince her şey çift yaratılmıştır. Yeryüzü dişidir, gökyüzü erkektir. Yeryüzünün dudakları kuruduğunda, gökyüzü ona su ve nem gönderir. Yeryüzü ile gökyüzünün aşkından hayat denen çocuk doğar. İşte sen, o aşkın çocuğusun…”
Mevlana’nın bu misalindeki “yeryüzü” kelimesi, Arapçada “arz” diye geçer. Arz, gramer bakımından dişil bir sözcüktür. Arapçada kelimeler ya eril (müennes) ya da dişildir(müzekker). Gökyüzü kelimesi yani sema eril bir sözcüktür. Mevlana buradan hareketle “bunlar ilahi sır gereğince bu şekilde yaratılmıştır” der. Mevlana hazretleri diriliş ayı baharın gelişini bir şiirinde de şöyle anlatır:
Bakarım tabiat başlar büyük işine:
Bulutlar gelir uzaktan
katar katar, küme küme.
Bulutlar sular ovaları.
Bulutlar yürür dağlara doğru.
Uyanır açar gözlerini yeryüzü.
Gökler çalar davulunu.
Dalların gönlüne çeker gülün özü
en güzel kokusunu baharın.
Tohumun gönlü başlar vermeye tohum.
Ağaç durmadan söyler, döker içini.
İlkbahar tabiata yolculuktur. İnsan bu aylarda tabiatı temaşayı sever. Bu aylarda seyr-u sefer halinde olmayı arzular. Çünkü şehirde hayat, porselende su içmek gibidir. Tabiatta hayat, parlak kristal bir bardakta su içmek gibidir. Kişi şehirde kendini insanoğlunun eserleri arasında bulur. Bir emeğin, mücadelenin ve çatışmanın ruhu yansır cidara. Ama tabiatta ise cemal ve ilahi mucizeler arasında bulur insan kendini. Burada ise insanın ruhunu lezzet, mutluluk ve azamet kaplar. Ömer Hayyam bir Rubaisinde bu yolculuğu şöylece tavsif eder:
“Bahar vaktidir; kalk çıkalım etrafı temaşaya,
Bir dahaki bahara kadar güven olmaz günlere.
Gönüldeki gam pasını siler gül rengi mey,
İyi dinle, böyle dedi bana temiz yaratılışlı bir bey.”
İlkbahar aşk ayıdır. Güneş ışınları insana bir bahar çıkarır, kalbin ışıkları ise insana başka bir bahar getirir. Bütün bu olumlu özellikleriyle bahar, insanların mutlu olmalarını ve yaşama sevinci duymalarını sağlar. Âşıkların sevdâları artar, huzur ve sükûnları elden gider. Delilkanlılık kabına sığmaz olmuştur. Divan edebiyatımızın şairlerinden Râmî bir beyitinde şunları not düşer:
“Bahâr eyyâmıdur servün yine sevdâsı depreşmiş
‘Aceb mi pâyine bend itseler zencîr-i enhârı.”
(Bahar mevsimi geldiği için servi ağacının sevdâsı yeniden ortaya çıkmış, bu sebeple onu zapt etmek için ayağına eğer nehir zincirlerini vursalar, bunda şaşılacak bir şey yoktur.)
Divan edebiyatı şairlerinden Nev’î de, baharın aşk ve delilik mevsimi olduğu şu mısralarıyla anlatır:
“Hep bu fasl içre imiş mes’ele-i ‘ışk u cünûn
Gûş kıl nüsha-i gülden okusun anı hezâr.”
(Aşk ve delilik meselesi hep bu mevsim içindeymiş. Kulak ver! Bülbül onu gül kitabından okusun.”
İlkbahar neşe ve mutluluktur. Çocuk gibi sevinir insan içten içe. Sanki uzun bir yolculuk sonrası annesine kavuşan bir çocuk misali mesuttur. Her mahalleden ayrı şarkılar yükselir. Yağmur sonrası güneşin açmasıyla semada oluşan gökkuşağındaki renkler yeryüzünde de oluşur. Rengarenk çiçekler sarar sarmalar dünyayı. Bu renk cümbüşü insanın içine türlü türlü güzelliklerle dokunur. 17. asırda yaşamış olan Divan edebiyatımızın şairlerinden Nef’i, bahar neşesini anlattığı kasidesine şöyle başlar:
Esti nesîm-i nev-bahâr
Açıldı güller subh-dem
Açsın bizim de gönlümüz
Sâkî meded sun Câm-ı Cem.
(İlkbahar rüzgârı esti,
Sabahleyin güller açıldı
Bizim de gönlümüz açılsın,
Saki, Cemşid’in kadehini sun.)
Gül devri ayş eyyâmıdır
Zevk u safâ hengâmıdır
Âşıkların bayramıdır
Bu mevsim-i ferhunde-dem.
(Gül devri, yeme içme günleridir,
Zevk ve safa zamanıdır,
Aşıkların bayramıdır,
Bu mübarek mevsim.)
İlkbahar ölümden uyanıştır. Tabiat yaşadığı bir ölüm sonrası yeniden uyanır. Toprak canlanır ve meyvelerini verir. Yüce Allah kitabında şöyle buyurur: “Biliniz ki Allah, yere, kuruduktan sonra taze can verir, aklınız ersin diye size ayetleri beyan ettik.” (Hadid/17) Yine başka bir ayette zülcelâl-i vel-ikrâm şöyle buyurur: “Allah’ın rahmetinin eserlerine bak! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor.” (Rum/50) Bahar ölümden sonra yeniden diriliştir. Hayat hayattır. İnsan sabırla bazı şeylerin semeresini alır. Eğer tabiatı ifsad etmez ise doğa insana daima hediyeler ile gelir. Her bahar ağacı ve çiçeği, bir mühendislik harikasıdır. Üstad Sezai Karakoç “Monna Rosa” adlı ünlü şiirinde bir dizesi şöyle başlar:
Yağmurdan sonra büyürmüş başak,
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.
Bir şarkımızda da bahar ve ölüm şöyle anlatılır:
“Baharın gülleri açtı âh yine mahzûndur bu gönlüm
Etrafa neş’eler saçtı beyhûde geçti bu ömrüm.”
İlkbahar çeşitliliktir, güzelliktir. Sözlüklerder bahar sözcüğünün birçok manası vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: Çiçek, yaprak, sarı gül, güzel olan, bir puthane adı, süslenmiş ev, beyaz papatya, portakal çiçeği ve cennet. Bilindiği üzere, genellikle methiye amaçlı yazılan ve nesip bölümlerinde bahar tasvirlerinin yapıldığı kasidelere “Bahariyye” adı verilmiştir. Baharı tanımlamak bir tabir kullanılır. Mesela baharın ilk aylarını veya nisan ayını anlatmak için “ürdibehişt” (cennet gibi) tabiri ve ilkbahar yeli için de “Nesim-i nevbahar” tabiri yaygındır. Üstad Sezai Karakoç “Pişmanlık ve Çileler” adlı şiirinde baharı şu güzel kelimelerle tavsif eder:
“Sineklerin kanadını ısıtan
Bir güneş toprağı yarıp çıkacak
Kadınlar sansa da yaşadığını
Şarkısız kaldıkça yaşayamayacak.”
Külbe-i ahzân’ında âh ü fizâr bir Simurg. Ehl-i hikmet muhibbi ve hakikat arayıcısı bir yolcu. Uluslararası ilişkiler, ilahiyat, dinler tarihi ve felsefe alanlarıyla iştigal eder, hududü’l...
DETAYLAR