Selanik, Hayaletler Şehri: Hristiyanlar, Müslümanlar ve Yahudiler (1430-1950)

Yeryüzünde Selanik kadar olağanüstü zengin bir geçmişe sahip kent azdır. Osmanlı Devleti’nin Rumeli’deki önemli şehirlerinden ve batıya açılan kapısı olan Selanik’in gelişmiş bir limanı ve Avrupa’nın önemli şehirleri ve İstanbul’la demiryolu bağlantısı vardı. Üç büyük dinin Balkanların bu ilginç köşesinde ve Akdeniz’in uzantısı Ege’nin kıyısında birleşmesinden doğmuştur bu olağanüstü hikâye. Bir yanda liman kenti olmanın yarattığı iktisadi refah, öbür yanda toplumsal çeşitlilik ve kültürel zenginlik. Son beş yüzyılda çoğunluğu Türkler olmak üzere Rum, Sırp, Bulgar, Yahudi, Ermeni vb. ulusların yaşadığı Selanik, 20. yüzyılda önce siyasal sonra toplumsal ve kültürel açıdan bir Yunan kentine nasıl dönüştü. İşte Mark Mazower özetini çıkardığımız kitabında her ânı ilgi çekici olaylarla dolu kentin son beş yüzyıllık tarihini bir roman tadında anlatıyor, günlük yaşamdan heyecanlı kesitler sunuyor, eski hayaletlerin bugün bile yaşadığına ilişkin ipuçları veriyor.

Selanik şehri, Doğu ile Batı’nın buluştuğu yerde, birbiriyle çatışan güçler ve çıkarlar girdabında bir vaha, farklı halklardan oluşan renkli bir dünyaydı bir zamanlar diyen Leon Sciaky de, “Elveda Selanik” adlı anı kitabında, bizi Türk şeyh ve dervişlerin, Yahudi tüccar ve hahamların, Macar devrimcilerin, Bulgar çiftçilerin, Rum rahiplerin, Kürt bakkalların, Arnavut oduncuların ve Fransız okul müdürlerinin birlikte yaşadığı bir masal dünyasıyla tanıştırıyor. Mazower’in kitabından sonra “Elveda Selanik” adlı kitap da okunacak kitaplar listesine alınmalıdır.

 

Bir Osmanlı Şehri Selanik

Selanik en güzel Osmanlı şehirlerinden birisiydi. Selanik aynı İstanbul, Kudüs, Üsküp, İzmir, Beyrut ve Filibe gibi Osmanlı İmparatorluğunun Yunanlılardan, Yahudilerden, Türklerden, Bulgarlardan, Arnavutlardan ve diğerler milletlerden oluşan küçük bir dinsel mozaik topluluğuydu. Fakat bugün hiç kimse kolay kolay bu tarihi dokuyu bu şehirde fark edememektedir. Modern Selanik binlerce apartman bloklarından, birkaç Grekoromen anıtlardan, restore edilmiş Bizans kiliseleri ve Yunan ulusal kahramanlarının heykelleri ile çevrelenmiş bir modern Yunan metropolüdür. Şehirde yarım milenyumun öncesini hatırlatan Osmanlı, Müslüman, Yahudi ve Bulgar kalıntılarından çok az vardır. Aslında, modern Selanik Yunan ulusunun inşasının büyük bir projesiydi. Diğer uluslar gibi, Yunan milliyetçiliği seçici ve tarihine (yıkıcı taraflarına) kayıtsızdırlar. Birinci Dünya Savaşından sonra, Yunan milliyetçileri bir “Grek Bizans Geçmişi” icat ettiler ve “Yahudi-Osmanlı Geçmişini” resmi toplumsal hafızalarından çıkardılar. Bu kesinlikle dünyada ilk kez yapılan bir şey değildi. Osmanlı İmparatorluğunun çok kültürlü ve kozmopolit olan büyük şehirlerinin çoğu imparatorluğun yıkılışından sonra devrimci ulus devletleri tarafından millileştirilmiş ve devletleştirilmiştir. Çoklu kültürlerin, çoklu etniklerin ve çoklu dinlerin bir arada bulunduğu “Osmanlı geçmişleri” dönemi ile ilişkilendirilerek yok edilirken, “ulusal geçmişler” icat edildi ve ulus devletlerin yeni dizaynı için “ulusal şehirler” oluşturuldu. Selanik 20. yüzyılda Bulgar, Türk, Yunan ve Arap olan bir dönemin Osmanlı şehirlerinden sadece bir örneğidir.

Bugün “ulusal şehirler” göç dalgaları, uluslararası şirketler ve kültürün globalleşmesi gibi sorunlarla karşı karşıyadır. Kozmopolitlik yüzyıllık ulusallaştırma boşluğundan, hatıralardan çoğunluğu Türkler olmak üzere Rum, Sırp, Bulgar, Yahudi, Ermeni vb. uluslar yaşıyordu ve ekonomiden sonra tekrar misilleme yapmaktadır. Ulus devletlerin giderek çökmesi, küçük kimliklerin birleşmesi ve global politikanın yeni realiteleri insanları unutulmuş hatıraların hatırlanmasına ve geçmişi tekrar keşfetmeye davet ediyor.  Bulgarlar ve Yunanlılar Osmanlı vesayetini tekrar gözden geçirmeye ve onların Türk ve Yahudi komşularını anımsamaya hazırlanıyor. Türkler ise bir zamanlar küçük Asya’da birlikte yaşadıkları Ermenileri ve Yunanlıları hatırlıyorlar. Doğrusal milli tarihler ortaya çıkan kozmopolit entelektüel elitlerden artık memnun değil. Fakat, geçmişin anımsanması barışa mı hizmet edecek yoksa düşmanlığı tekrar mı ortaya çıkaracak sorusunun cevabı hala verilmedi. Tabi bu bizim geçmişi nasıl hatırlayacağımızla da alakalı bir durum.

Columbia Üniversitesi Avrupa Tarihi profesörü Mark Mazower’ın Alfa Yayınları tarafından tercüme edilen “Selanik: Hayaletler Şehri” adlı çalışmasında sadece Selanik’in renkli (fakat her zaman barış içinde de olmayan) unutulmuş tarihini ortaya çıkarmakla kalmamakta, aynı zamanda şehrin geçmişinin nasıl unutulduğunu ve şehrin nasıl “Yunan” olduğunu da göstermektedir. O yenilikçi ve doğrusal tarih yazılarının ulus merkezli tek boyutluluğuna meydan okuyan bir açıklama sunmaktadır. Mazower’in Selanik’i ne sadece Yunandı ne de sadece Türk, ne sadece Yahudi’ydi ne de sadece Bulgar’dı. Bütünü için bir memleketti. İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik için kaynaşma yeriydi. Avrupa’nın ve Ortadoğu’nun buluştuğu bir limandı.

Kitap üç bölümden oluşuyor

Selanik: Hayaletler şehri, üç bölümden oluşmaktadır: Sultan Murad’ın Yükselişi, Avrupa’nın Gölgesinde ve Kenti Yunanlaştırma. Kitap 1430 yılından Sultan Murad tarafından Selanik’in Osmanlı fethi ile başlamaktadır. 15. Ve 16. yüzyıllar boyunca Selanik bir Bizans şehrinden Osmanlı şehrine dönüştürüldü. Müslüman Selanikliler camiler, pazar alanları, derviş hazireleri ve hamamlar inşa ettiler. Önde gelen gazi ailelerinin vakıfları ve imaretleri ekonomik hayatı da canlandırdı. Kubbeler, minareler ve kuleler artık ufuk çizgisini değiştirmişti. Şehrin yeni Grek-Müslüman çehresi Hacı Halifenin Selanik’i İstanbul’un küçük bir parçası olarak görmesini sağlamıştı.

Şehirdeki değişimin ikinci dalgası 15. yüzyılın sonralarına doğru ve 16. yüzyılda Sefardi’nin şehre varmasıyla geldi. İberya’dan gelen yoğun Yahudi göç dalgası Grek-Müslüman Selanik’e bir de Yahudi-Hispanik bileşenini eklemişti. 17. yüzyıla geldiğimizde, Yahudiler şehrin en kalabalık topluluğuydu. Sinagogları, kütüphaneleri, Yahudi toplumunun canlı entelektüel ve ekonomik hayatı ile Yahudilerin uzun süredir orada yaşamadığına inanmak neredeyse imkânsızdı. Eşsiz bir Yahudi-Osmanlı kültürü doğuyordu Selanikte. Sabetay Zevi’nin takipçisi Ma’mins de şehrin kozmopolit ve kucaklayan özelliğinden dolayı bu şehri memleket olarak görmüşlerdir.

Mazower “Kısaca şehir birçok farklı öğretinin kesişim noktası olmuştur” olarak ifade etmiştir. Sufi mezhebinden dolayı, İran’a Anadolu’ya, Trakya’ya ve Mısır’a bağlantısı vardır; Marranolar Katolikliği İber Yarımadasından, Anvers’ten ve Papalık İtalya’sına geçirdiler; Sabetaycıların inancı Yahudi inananlar tarafından Polonya’ya, Bohemya’ya, Almanya’ya ve son olarak Kuzey Amerika’ya taşınmıştır. 17. yüzyılda Büyük Şehir Piskoposu Athanasios Patellarios Venedik Girit’inden ve Osmanlı Sinia’sından şehre giriş yapmıştır sonrasında Moldova, İstanbul, Rusya ve ebedi istirahati olan Ukranya’ya geçmiştir. Selanik aynı zamanda hem Müslüman, hem Hristiyan ve hem de Yahudi olan bir Osmanlı Ekümenliğinin merkezinde bulunmaktaydı.

18.yüzyılın ikinci yarısına doğru, yeni bir sosyo-politik hayat oluşuyordu: yeniçeriler ve Makedonya’nın Müslüman arazi sahipleri şehrin yeni politik efendileri olurken, Yunan tüccarlar ve Yahudi bankacılar ekonomik hayata egemendiler. Selanik, varlıklı Makedonyalı hinterlandı tarafından desteklenen uluslararası ticaret için ticari merkeze dönüşüyordu. Osmanlı İmparatorluğunun merkezi kontrolü azalıyordu ve şehir yavaşça dünya ekonomisine entegre oluyordu. 19. Yüzyıl boyunca Osmanlı reformları dinsel liderlik rolünü ve dini grupların kolektif kimliklerini güçlendirdi. “Osmanlı yetkilileri için gerçek zorluk onları sınırlandırmak değil, onların güçlerini ortaya çıkarmaktı.”

Avrupalıların Selanik’i keşfi

Kitabın ikinci bölümünde, Mazower şehirdeki Avrupa etkisini analiz etmektedir. 19. Yüzyıldaki Avrupalı gezginlerin anlatımlarının geniş olanaklarını akıllıca kullanarak yazar, “Selanik’teki Avrupa” katmanlarını bizlere sunmaktadır. 19. Yüzyılın ortalarından günümüze kadar yeni sosyo-ekonomik gerçekler zenginler ve fakirler için çoklu dini sınıfı kimlikleri oluştururken, şehrin fiziksel yapısı modernlik için hazırlanıyordu. Duvarlar yıkıldı. Kamu alanları, devlet binaları, bankalar, oteller ve mahalleler kozmopolit elitler için tekrar inşa edildi. Abdülhamit Selanik’i, kamu sektörü ve özel sektör arasında yeni bir denge oluşturmuştu. Avrupa ekonomik dünyasına entegrasyonu ve bu entegrasyon için alt yapı sağlayan Osmanlı idari reformları bu şehrin kozmopolitliğini ve çoklu kültürlülüğünü ayakta tutmuştur.

19.yüzyılın sonrasına doğru, milliyetçilik Selanik kozmopolizmine meydan okumaya başladı. Birbiriyle yarışan iki milliyetçilik, Helenizm ve Bulgar Milliyetçiliği Osmanlı Makedonya’sı üzerinde hak iddia etti. Burası aynı zamanda ortaya çıkan Türk Milliyetçiliğinin ve Osmanlı İmparatorluğundaki radikal hareketlenmelerinin de ana yeriydi. Osmanlı Selanik’i milliyetçilik dönemi için hazırlıklı değildi. İngiliz bir gezginin söylediğine göre Selanik “tarihsel olarak Yunan, siyasi olarak Türk, coğrafik olarak Bulgar ve etnografik olarak Yahudi’ydi”.

Mark Mazower, ayrıca 20. yüzyılın başlarında yaşamış bir Yahudi çocuğun otobiyografik romanını özetler. Türkçe’ye “Elveda Selanik” adıyla çevrilen L. Sciaky’nin romanı, “şafak vakti müezzinin sesiyle başlar. Arnavut ev sahipleri, bir Bulgar olan manavlarını Osmanlı jandarmasının gazabından korurken, hali vakti yerinde Müslüman anne babalar çocukları için Hıristiyan sütanneler, meyve bahçeleri için de Rum bahçıvanlar tutardı. Yalmanlar’ın önündeki kuyuyu mahallenin Türkleri, Rumları, Bulgarları, Sırpları, Ulahları ve Arnavutları kullanırdı.”

Selanik’in Yunanlaştırılması

Kitabın üçüncü kısmı Selanik’in Helenizasyonunu (Yunanlaşmasını) ele almaktadır. Balkan savaşları Selanik’i Yunanistan’a teslim etti. “Ordularının dikkate değer performansı sayesinde, Yunanistan’ın Selanikte’teki Osmanlı yönetimine son vermesi üç haftadan kısa sürmüştü. Ama yaklaşık 500 yıl padişahların hükümranlığında yaşadıktan sonra, kentin artık gerçek anlamda Yunan olabilmesi için, bundan daha uzun süreye gereksinim olacaktı.”. Yunan işgalinden doğan ilk çıkarım Bulgar mirasının yıkımı demekti. Bulgar Selaniklileri şehirden ayrılırken, Bulgaristan’dan gelen Yunan mülteciler buralara yerleştiriliyordu. İşgalin ilk safhasında Müslümanların ve Yahudilerin çoğu Selanik’te kalmaya devam etti. Birinci Dünya Savaşı sırasında Yunanlıların tavsiyesiyle Müslümanların kötü muameleleri Helenizasyon akımını daha da şiddetlendirmiştir. Şehrin neredeyse yarısını yok eden 1917’deki büyük yangın  Helenizasyon savunucuları için trajik bir hediyeydi. Yangın Osmanlı şehrini ve özündeki Yahudiliği yok etmişti. “Küllerden, Yunan devleti ve toplumunun imgesinde yoğrulmuş bütünüyle yeni bir kent doğmaya başladı”. Yahudiler şehrin merkezinden çıkartılırken, Thomas Mawson’un planı Selanik’in merkezini değiştirmişti. “Yahudiler rastgele bir hedef değildi, zira geleneksel yerleşim kalıplarında Osmanlı kent dokusunun ayrılmaz bir parçasıydı: Yahudileri söküp atmaksızın Selanik’i Batılılaştırmak olanaksızdı”. “1930 yılında, Selanik’i Abdülhamid döneminde olduğu haliyle hatırlayabilenlerin oranı çok düşüktü”.

Bir diğer dramatik aşama da Müslümanların yaptığı toplu göçtür. Müslümanların göçüyle ilgili nihai basamak Lozan Antlaşması gereği yapılan Türklerle Yunanlar arasındaki nüfus mübadelesiydi. 1924’te Selanik, Müslümanların tamamen çıkarıldığı bir şehir haline gelmişti. Yunan milliyetçileri bu göçü kutladılar: “Barbar bir dinin simgeleri birbiri ardına yerle bir oluyordu”. “Müezzinin sesi artık kulaklarımızı tırmalamayacak; müezzin ile sesi yeni ülkelerinin derinliklerinde yok olup gidecek… Hiçbir şey ama hiçbir şey bize artık o kölelik çağını hatırlatamayacak.”. Selanikli Müslümanlar şehri terk edince Anadolu’dan gelen Hıristiyanlar buralara yerleştirildi. 1920’li yıllarda Selanik artık bir mülteci şehri haline gelmişi. Helenizasyon akımı kendi iç trajedisini kendisi yaratıyordu. “Tuhaf tuhaf kıyafetler, hiç aşina olmadığımız adetler, keskin bir konuşma ağzı ve ne gariptir ki birçoğunun Rumcadan bile daha akıcı konuştuğu Türkçe dilini beraberlerinde getirmişlerdi. Aslında birçoğu hala yalnızca Türkçe dilinden anlıyordu ve kendilerini ‘Yunan’ olarak değil, aksine ‘Anadolu Hıristiyanları’ veya ‘Doğulu Hıristiyanlar’ olarak tanımlıyorlardı. Selanikli Müslümanlar gitmişti ancak Anadolulu Hıristiyanlar kendi havalarını şehrin siyasi ve kültürel yaşam tarzına eklemişlerdi. Mültecilerin hızlı bir şekilde proleterleşmesinden ötürü gittikçe büyüyen sosyalist harekete Rembetika’nın melankolik ezgileri de eklenmişti.

Müslümanlar Türkiye’ye gitti ancak Selanikli Yahudiler nereye gideceklerdi? Selanik büyük Yunan milliyetçiliği projesine karşı direniyordu. Selanikli Yahudilerin çoğu kendilerine milliyetleri hakkında soru yöneldiğinde kendilerini hala “Selanikli” olarak tanımlıyorlardı. İç savaş dönemi, kolektif Yahudi kimlikleri ile Helenizasyon iddiaları arasında gittikçe büyüyen çatışmalara şahit oldu. “Etnik farklılıkların en belirleyici işareti inançtı. Yunan liberaller ve sosyalistler, Yahudilerin kendilerini ayrı bir topluluk olarak gördüğü ve hala ‘Osmanlı zihniyeti’ diye isimlendirilen kimliklerini koruyor olmakla onları suçladılar. Ve aslında Yahudiler arasında ‘Yunan’ sözcüğü sık sık ‘Hıristiyan’ kelimesine eş değer olarak kullanılıyordu – çünkü kardeşi inancını değiştirmiş olan birisi onu ‘Yunan olarak’ tanımlıyordu.”

İkinci Dünya Savaşı’nda Yunanların Selanik’i işgali şüphesiz ki hayalet şehrinin en trajik hikâyesiydi. Yaklaşık 45.000 Selanikli Yahudi Auschwitz’deki Nazi kampında gaz odalarında öldürülmüştü. Fakat belki de bu katliam kadar trajik olan bir diğer durum da, pek hevesli olmasalar da, Selanikli Yunan dostlarının, Yahudilerin Polonya’ya sürülmesine karşı sessiz kalmalarıydı. Yahudi evlerinin çoğu sığınmacılarca işgal edilmişti. Sinagoglar yerle bir edilmişti. Antik Yunan mezarlığının üzerine Aristoteleion üniversitesi inşa edilmişti. Soykırımdan sağ kalan birkaç kişi ise geri döndüklerinde şehri bıraktıkları gibi bulamamışlardı.  Soykırımdan sağ kalan Jacques’e Yunanlı eski arkadaşı şöyle söylemişti: “Seni anlıyorum Jacques, Selanik’te, bir zamanlar her bir taşını bildiğin kentte nereye gidebileceğini bilmiyorsun artık. Bu gerçekten doğruydu.”

Tümü Selanik’i Tanrı adına istedi

Mazower yalnızca Osmanlı Selanik’inin gerçeğini anlatmakla kalmıyor, Osmanlı geçmişinin nasıl köklerinden kazındığının ve nasıl yenilendiğinin hikayesini de anlatıyor. Osmanlı Selanik’i kaybolurken, Yunanlı Selanik, şehirdeki Bizans ruhunu yeniden canlandırdı (çünkü Atina eski Yunanistan’ı yansıtıyordu). “Yüzlerce yıllık Osmanlı hâkimiyeti uzun tarihsel bir parantez içerisinde bir baskı ve cansızlık kabusu olarak yazılıyordu. Onlarla bağlantısı bulunan her türlü kalıntı hem tarihi değerden yoksun anlama geliyor hem de şehrin kendisi için yaratmakta olduğu yeni imaja potansiyel bir tehlike olarak algılanıyordu. Minarelerin yerle bir edilmesinin ve Yahudi mezarlıklarının tamamen yok edilmesinin en temel açıklaması buydu. Bu durum ayrıca Yunanlı arkeologların yazıların İbranice, Portekizce ve Yahudi İspanyolcasıyla yazılı olan epigrafları görmezden gelirken neden Yahudi mezar taşlarının ters tarafında gün ışığına çıkan antik yazıtlarla ilgili öğrenilmiş makaleleri yayımlamasının da cevabıdır. Şehirde Bizans sonrasına ait ne varsa hepsi tehlike altındaydı. Buna yalnızca Beyaz Kule dahil değildi çünkü o kadar hızlı bir sembolik başarı elde etmişti ki hiç kimse onun bir Osmanlı mimarisi olabileceğini kabul etmek istemiyordu.”

Profesör Mazower kolektif birkaç aktörün birbiriyle rekabet içinde olan çeşitli anlatımlarını usta bir şekilde yorumlamakta ve Selanik’in çok yönlü ve farklı çeşitlerde öykülendirilmesini sunmaktadır. Sonrasında aktörlerden birinin diğerlerine karşı nasıl zafer elde ettiğini ve şehri kazandığını gösteriyor. Büyük bir titizlikle izleyicilerin ve Osmanlı Selanik’inin aktörlerinin zihnine giriyor ve onları seslendiriyor. Okuyucu yalnızca tek bir bölümde Yahudi bir bankacının, Türk (Müslüman) bir yöneticinin, Avrupalı bir gezginin, Yunan bir tüccarın ve Bulgar bir komitadjinin (partizan) konuşmasına tanık olabilmektedir. Hikâyeyi yerinde seçilmiş alıntılarla inşa ediyor ve ince bir zekâyı yansıtan argümanlarıyla bunları ustaca birleştiriyor. Selanik üzerine yapılan ikincil edebiyatın da ötesinde çeşitli dillerde farklı türlerden kaynaklar kullanmaktadır: gezginlerin anlatımları, gazeteler, istatistikler ve arşiv dokümanları (kitabın çoksesli karakterini dramatik bir şekilde zenginleştirme imkânı verebilecek olan zengin Osmanlı – Türk materyalleri hariç).

Bu yalnızca Selanik tarihine değil aynı zamanda Yunanların, Türklerin, Bulgarların, Sırpların, Boşnakların ve diğerlerinin, özellikle de Avrupa’nın genişleme arifesinde yeni bir tarihi, ortak bir tarihi nasıl algılamaları konusunda gittikçe büyüyen tartışmalara da büyük bir katkıda bulunmuştur. Mazower büyük bir ders vermektedir: Tarihimize dönüp baktığımızda aç gözlülüğümüzün önüne geçmeliyiz. “Tümü de kenti Tanrı adına kendilerine istemişlerdi. Gene de, Tanrı neredeyse, her şey oradadır, denmez mi?.”

TURAN KIŞLAKÇIGazeteci, Yazar

Külbe-i ahzân’ında âh ü fizâr bir Simurg. Ehl-i hikmet muhibbi ve hakikat arayıcısı bir yolcu. Uluslararası ilişkiler, ilahiyat, dinler tarihi ve felsefe alanlarıyla iştigal eder, hududü’l...

DETAYLAR
ARŞİV