Beyrut Ey Sevgili! Kalk uykudan

Doğu Akdeniz’in nadide şehirlerinden. Küçük Ortadoğu olarak adlandırılan bir diyar. İlia Ebu Madi, Cibran Halil Cibran, Nizar Kabbani, Mahmud Derviş ve Şefik Maluf’un sevgilisi olan ülke. Sesiyle milyonları büyüleyen Feyruz’un memleketi. Fenikelilerin “Beyaz Karlar ülkesi” diye seslendikleri topraklar. Ayak bastığınızda içinize sevinci ve hüznü aynı anda zerk eden bölge. Arap dünyasına modernleşmenin ve medyanın yayıldığı coğrafya. Birçok şiire ve romana konu olan Lübnan, Emin Maalouf’un romanlarında ve Nizar Kabbani’nin şiirlerinde mücessem hale geliyor. Kabbani “Beyrut Sevgilim” adlı şiirine şöyle başlıyordu:

Beyrut, dünyanın sevgilisi

Kim aldı yakut taşlı bileziklerini

Efsunlu mührünü kim haczetti

Kim kesti altın beliklerini.

 

Hariri Krizi ve gündeme düşen Lübnan

4 Kasım’da Lübnan Başbakanı Hariri’nin Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da görevinden ayrıldığını açıklamasının ardından Arabistan’daki gelişmelerin yanı sıra Lübnan’daki gelişmeler de dünya basını tarafından yakından izlenir oldu. Hariri, 17 gün sonra ülkesine dönmesine rağmen bölgede halen yeni bir kriz beklentisi ayyukta. Lübnan ekonomisi üzerinde Körfez ülkelerinin etkisi, siyaseti üzerinde de Hizbullah üzerinden İran’ın nüfuzu çok bariz bir şekilde müşahede ediliyor. Bunun yanı sıra Osmanlı sonrası bölgede nasıl İngiltere ve Fransız mücadelesi yaşandı ise bugünlerde de ABD ve Fransa arasında gizli bir çekişme yaşanıyor. Fransızlar kendi inşa ettikleri ülkeyi ABD’ye kaptırma niyetinde gözükmüyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Lübnan krizinin çözümü için hızlı bir şekilde devreye girmesi de bu yönde değerlendiriliyor.

 

Osmanlı sonrası yapboza dönen coğrafya

Osmanlı’nın 1917’de bölgeden çekilişinden sonra Lübnan’ın ekonomisi değişti ve para birimleri arttı. Önce İngiliz sterlini ile istikrarlı giden Mısır poundu geldi, ardından Fransız frankı ile sabitlenen Suriye poundu. Son yıllarda Lübnan lirasının yanı sıra Amerikan doları ekonomide faal halde. 6 milyon nüfusa sahip ülkede Arapça’nın yanı sıra Fransızca, İngilizce ve Ermenice çok yaygın olarak kullanılıyor. Osmanlı’nın bölgeden çekilmesi sonrası bölgeyi yöneten İngilizler, Fransızlarla yaptıkları bir antlaşma ile 1920’de Lübnan’ı Fransızlara bıraktı. Fransız Yüksek Komiseri General Gouraud, 1 Eylül 1920’de Beyrut’taki resmi konutunun balkonundan Büyük Lübnan’ın doğuşunu ilan etti. Fransızlar çok geçmeden komşu Suriye’den yeni kazandıkları toprakları bölmek için yapay sınırlar çizeceklerdi. Bilad-ı Şam olarak adlandırılan bölge; Filistin, Lübnan, Irak, Suriye ve Ürdün gibi kimlikleri belirsiz beş devletle temsil edilen siyasi bir yapboza dönüştü.

 

Lübnan’da yaşananları yetkililer değerlendiriyor

Lübnan’daki ziyaretimiz esnasında birçok önemli önemli siyasi ve fikri şahsiyetlerle görüşme imkanı bulduk. Konuştuğumuz tüm şahsiyetler, Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin ülkeye dönüşüyle birlikte sorunların bitmeyeceğini bilakis yeni bir krizin kapıda olduğunu vurguluyor. İsrail’in Hizbullah’a yönelik saldırılarının şimdilik uzak gören yetkililer, fakat süprizlerin yaşadığın bir çağdayız hemen her şey olabilir demekten de imtina etmiyorlar.

 

Lübnan Cemaati İslami Lideri Azzam Eyyubi:

Lübnan’da olup bitenler, bölgede yaşanan gelişmelerin bir özetidir. Katar ablukası sonrası bölgedeki gelişmeler hızlandı. Suudi Arabistan Veliahtı Muhammed bin Selman’ın yaptıklarını da aşan bir durum bu. Bunun berisinde çok bariz bir şekilde İsrail ve ABD’nin olduğu müşahade ediliyor. Bölge yeniden yapılandırılıyor. Türkiye’deki başarısız darbe de bu oyunun bir parçasıydı. Hamdolsun ki, Türk halkının üstün bilinci bu oyunu bozdu.  Lübnan’da Katar benzeri bir durum ile yüzyüze. Suudi Arabistan, Filistinli bazı grupların yanı sıra bazı selefi grupları da amaçları için kullanabilir. Muhammed bin Selman, Mahmud Abbas’tan Lübnan’daki Filistin mülteci kamplarını Muhammed Dahlan’a teslim etmesi istedi. Dahlan’ın Filistinli grupları güvenlik için kullanacağı çok aşikar. Selefi gruplar da şimdiden İran’ın İsrail’den daha tehlikeli olduğunu dillendirmeye başladı. Bunlar tabi yeni bir kaosun habercisi. Bu konuda tüm cemaatleri uyardık ve dikkatli olmalarını ifade ettik.

 

Lübnanlı ünlü düşünür Rıdvan Seyyid:

Lübnan’daki asıl sorun son hükümetin üzerine inşa edildiği dengesizlikti. Geçmişte inşa edilen Sünni, Şii, Hrıstiyan muvazenesi bozuldu. Hizbullah’ın etkisinde bulunan Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın Başbakan Saad Hariri’yi bölgesel konularda kendisiyle aynı çizgiye çekmesi, örneğin Bakanların Esed rejimiyle görüşmesi, Hizbullah’ın DAEŞ ile pazarlığındaki sessizlik ve Kuveyt meselesi gibi birçok konu. Hakikatte hepsinden daha zoru Başbakan Hariri’nin Cumhurbaşkanı Avn lehine Sünnilerin taleplerinden feragat etmesidir. Hariri, Sünni çoğunluğun oyuyla siyaset yapıyordu ancak taleplerini karşılamadı. Suudi Arabistan’da 1 yıl once kurulan hükümette Hariri’nin yaptığı uygulamalardan razı değildi. Lübnan Dışişleri Bakanı Cibran Basil’in uygulamalarından çoğu kimse memnun değil. Tamamen Suriye rejimi lehine çalışıyor ve Sünnilerin taliplerini gözardı ediyordu. Basil ayrıca, Suriyeli mültecilere karşı Cumhurbaşkanının da katılımı ile şiddetli kampanyalar yürütüyordu. Parlanmentoda Hizbullah ve Suriye rejimi yanlıları çoğunluğu oluşturuyordu. Hizbullah’ın, havaalanı, liman ve devletin digger kurumlarını istilası Cumhurbaşkanı Avn’ın döneminde başladı. Hariri’nin istifası gizli emeller, mazeretler ve boş umutları ortadan kaldırmak için gerekliydi.

 

Hizbullah’a yakınlığı ile bilinen Lübnanlı yazar Kasım Kasir:

Bölgede yeni bir dönem inşa ediliyor. Herkes buna göre rolünü yeniden belirliyor. Yeni dönemde birçok tarafla birlikte hareket etmek önem kazanıyor. Hizbullah, bu çerçevede Suriye savaşı ile birlikte ilişkileri bozulan Hamas ile ilişkilerini yeniden düzeltti. Müslüman Kardeşler ile görüşmeler sürüyor. Bir süredir süren açık ve gizli görüşmeler var. Yakın dönemde gruplar daha fazla konuda ortak hareket edebilir. Hizbullah Suriye’de Esed rejimi için savaşmadı. Kendi geleceği için mücadele etti. İran’dan alınan silah ve paralar için Suriye geçiş noktasıydı. Bu geçiş noktasının güvenliği Hizbullah için can damarıydı. Suudi Arabistan, Hariri’nin Lübnan’a dönüşü karşılığında Hizbullah’dan Yemen konusunda geri adım atmasını bekliyor. Suudi Arabistan’ın bölge siyaseti, bugüne değin Arap ve Müslüman ülkelerin  iç siyasetine müdahale etmeme ve dolaylı olarak kendi işlerini yürütmek üzereydi. Fakat yeni dönemde bunun aksi bir durum ortaya çıktı. Katar ve Lübnan yönelik siyasetleri başarısızlıkla sonuçlandı. İleride bu siyasetin nereye varacağı sorusu bölgenin geleceğini de belirleyecek önemli sorulardan biri. Şunu diyebilirim,  Suudi Arabistan’ın bölgesel rolünün sonuyla karşı karşıyayız. Olup bitenler bunun bir neticesi.

 

Lübnan’daki Filistinli Alimler Birliği Başkanı Şeyh Bassam Kayed:

Bölge büyük bir değişim yaşıyor. Bu değişimin startı ABD Başkanı Trump’ın Arap liderleriyle Riyad’da verildi. Herkes Riyad toplantısında Trump’ın alacağı paralara odaklandı. Zira orada daha önemli bir söz almıştı Trump. Arap liderler, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğu sözünü Trump’a vermişlerdi. O toplantısı sonrası İsrail Başbakanı Netanyahu, Mescidi Aksa’yı kameralarla donattı. Geniş güvenlik önlemlerini artırdı. Ezanı yasakladı. Müslüman ülkelerden konuyla ilgili bir ses bile çıkmadı. Sadece Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan güçlü bir ses Verdi. Bunun dışında Kudüs’teki Filistinliler tek başına direndi. Filistinliler sokaklara çıktı ve işgalci İsrail rejimi geri adım atmak zorunda kaldı. Üç Muhammed eliyle (Muhammed bin Selman, Muhammed bin Zayed ve Muhammed Dahlan) bölgede büyük bir oyun tertip ediliyor. Bu küresel ve bölgesel oyuna karşı çok dikkatli olmalıyız. Suudi Arabistan’da olup bitenler bu küresel oyunun bir parçası. Türkiye’de 15 Temmuz Darbe Girişimi de bu oyunun bir nüvesiydi. Başarılı olsaydı Mısır’da Rabia Meydanı’nda müşahede ettiklerimiz Allah korusun Türkiye’nin tüm şehirlerinde vuku bulacaktı. Çok dikkali olunmalı. Asıl hedeflerden biri de Türkiye’nin önünü kesmek. Bölgenin parçalanmasına karşı teyakkuz halinde olmalı ümmet.

 

Filistin kökenli Lübnanlı entelektüel Münir Şefik:

İsrail’in Lübnan’a yönelik yeni bir saldırı ihtimali olsa da şimdilik zayıf görünüyor. İsrail güçlü bir devlet ancak askeri yetersiz. Hava saldırıları düzenleyebilir. Hizbullah’ın bugün daha çok füzeleri bulunuyor. Bu da İsrail’i korkutuyor. Halihazırda bölgede çok farklı bir savaş türünün içindeyiz. Kimse kimseyle ne tam ittifak halinde ne de tam çatışma halinde. Düşmanlıkların ve dostlukların belirsizleştiği bir durumla karşı karşıyayız. Mesela Mısır’daki askeri cuntayı destekleyen Suudi Arabistan, Lübnan’da Mısır ile anlaşamıyor. Bölgedeki birçok ülke için benzeri örnekleri çoğaltabiliriz. Bölgedeki her ülkenin ittifak halinde olduğu ülkelerle birçok yönden de farklı bölgelerde çatışma halinde olduğunu görüyoruz. Türkiye’nin de diğen ülkeler gibi böyle birçok ilişkisi bulunuyor. En büyük sorun, bölge ülkeleri ilerisini hesaplamadan çok hızlı kararlar alıyor, bölge sürpriz gelişmelerle yüz yüze kalıyor ama sonuçta bir şey elde edilmiyor. Riyad’ın Katar ve Lübnan kararları bunun en bariz örneklerinden biri. Bölge, küresel büyük oyunlara karşı çok ciddi tarihi ittifaklara ihtiyaç duyuyor.

 

Lübnanlı Yazar Saad Mahyo:

Bölge geleceğini belirleyecek yine tarihi bir dönüşümle karşı karşı. Derin bir değişim yaşıyor. Bunun etkisi nesiller boyu devam edecek. Halihazırda bir cehennemi yaşıyoruz. Gündelik olaylara saplanıp kalmak yerine daha üst perdeden olaylara bakıp küresel güçlerin buradaki oyunu halklarla bozmalıyız. Bunun için de bölge halklarını bir birine bağlayacak yeni bir manifesto ve paradigmaya ihtiyacımız var. Bunu başarabilirsek, bu doğunun ortasının intifadası olacaktır. Çünkü bu zifiri karanlıktan İslam medeniyeti güçlenerek çıkabilir. Bunun için güçlü bir birliğe ihtiyacımız bulunuyor. Bunun için yakın dönemde bir kitap kaleme aldım. Adını “Türkler, İranlılar, Kürtler ve Araplar: Bütünleşme ya da İntihar” koydum. Bu dört kavim aralarında bir ittihad sağlar ise dış güçlerin buraya müdahalesi çok zor olacak. Bunun için küresel güçlerin içimize sızmasını engellemek için bir bütünleşmeye ihtiyacımız var. Eğer bu bütünleşmeyi sağlayamaz ise bu hepimizin intiharı olacaktır. Aydınlarımıza ve alimlerimize çok büyük görevler düşüyor. Halkları yeni dönemle ilgili bilinçlendirmek içen ciddi manifestolara ihtiyacımız var. Ben ümitvarım ve geleceğin İslam medeniyetinin olacağını düşünüyorum. Tabii ki iyi bir yol haritası ortaya koymamız halinde olacak bu.

 

Doğu’nun Paris’i ve Bitmeyen Savaşlar

1943’te bağımsızlığını kazanan Lübnan’ın çok etnikli ve dini yapısı, temsile de yansıyor. Lübnan’da Cumhurbaşkanı Maruni Hristiyan, Başbakan Sünni Müslüman ve Meclis Başkanı ise Şii’lerden seçiliyor. Dürziler, Ermeniler ve diğer gruplara ise mecliste belirli oranda temsil hakkı veriliyor. 1975’ten 1990’ların başına kadar iç savaşın yaşandığı ülkede 150 bin kişi hayatını kaybetti. Beyrut sokaklarını gezdiğinizde halen iç savaşın izlerini bulabiliyorsunuz. 1982 ve 2006’da ise İsrail’in saldırılarına maruz kalan Lübnan’da Filistinli mülteciler sorunu ise ülkenin en önemli sorunlarından biri olarak duruyor.

İç savaş öncesi Doğu’nun Paris’i olarak adlandırılan Beyrut; canlılığı, tarihi, denizi, dağları, geceleri ve yemekleri ile doğudan ve batıdan milyonlarca insanın ilgisini çekmeye devam ediyor. Her ne kadar ülke birkaç yıldır bir sakinlik yaşasa da hayat capcanlı devam ediyor geceleri Lübnan sokaklarında. Krizlerin saman alevi gibi parlayıp daha sonra aynı hızla sönme eğiliminde olduğu ülkede, insanlar varlıklarını sürdürmeye devam ediyor.

 

 

Lübnan Bağımsızlığının Simgesi bir Osmanlı Beyefendisi

1943 yılında Fransızlardan bağımsızlığını kazanan Lübnan’ın bağımsızlığının tarihi isimlerinden biri Riyad Sulh (1894-1951)’tur. Babası Rıza Sulh ve ayrıca dedesi, Osmanlı’nın önemli mutasarrıflarından biriydi. Babası Rıza Sulh, Yemen’de, Bolu’da, Kerbela’da ve Selanik’te mutasarrıf olarak görev yaptı. Babası Selanik’te görev yaptığı dönemde, kardeşi Ahmed ile deniz kıyısına giden Riyad bir grup gencin saldırısına uğrar. “Sizler Türklerin hizmetkarlarısınız” deyip kardeşi Ahmed’i denize atan Yunan kökenli çocuklar, sonra oradan kaçarlar. Riyad küçük ve yüzme bilmediği için kardeşini kurtaramaz. Kardeşi Akdeniz sularında şehid olur. Sulh ailesi, bu olay üzerine derin bir hüzne gark olur. Sultan Abdülhamid, babası Rıza ile birlikte Riyad’ı Yıldız Sarayı’nda kabul eder ve taziyesini bildirir. Riyad’ın annesi Nezire Müftüzade Özbekistan’ın önemli Çerkez ailelerinden birine mensuptur. Özbek hanlarından Muhammed Rahim Han’ın önemli komutanlarından Nezire’nin babası Emin bey, Rusların bölgeyi ele geçirmesi üzerine İstanbul’a yerleşti. Emin bey âlim olduğu için Osmanlı tarafından Erzincan’a müftü olarak atandı.  Uzun yıllar Anadolu’nun bu şirin şehrinde müftülük yapan Emin beyin ailesi müftüzade lakabını alır. Yetim kalan Nezire Lübnan’da mutasarrıf olarak bulunan amcası Şerif’in yanına yerleşir ve burada Riyad’ın babası Rıza ile evlenir. Riyad, annesi Nezire’nin küçüklüğünde kendisine çerkezcenin yanı sıra çerkez marşlarını ve halk oyunlarını öğrettiğini söyler. Babası Mebusan meclisinde mebusluk da yapan Riyad, hem Abdülhamid’in haline hem de İttihat ve Terakki iktidarının ülke 4 yılına tanıklık eder. Daha sonraki yıllarda Lübnan’ın Fransızlara karşı verilen mücadelenin önemli simalarından oldu ve ülkesinin ilk başbakanlarından biri olarak Riyad Sulh, 1951 yılında Ürdün’e yaptığı ziyaret sonrası ülkesi Lübnan’a dönerken Amman’da İsrail ajanları tarafından öldürüldü. Bir Osmanlı beyefendisi olan Riyad Sulh, hayatının sonuna kadar başında hep fes ile gezen nadir şahsiyetlerden biriydi.

 

 

Osmanlı Beyrut’tan nasıl çekildi?

Suriye’nin ve Lübnan’ın Osmanlı’nın elinden nasıl çıktığına tanıklık eden en mühim isimlerden biri de Hüseyin Kazım Kadri (1870-1934) beydir. Lübnan 1917’de İngiliz işgali altına girince Beyrut’ta bir Türk ailesi olduğunu söyleyen Kazım Kadri, hatıralarında bu ailelerin İstanbul’a gönderilmelerini ve Beyrut limanından ayrılışlarını şöyle anlatmaktadır; “Tüm Türk aileleri limanda biraraya gelmişti. Büyük bir kalabalık vardı. Fakat rıhtımda toplanan eşyayı vapura taşımak bir mesele idi; hamal bulmak ve sonra birçok para vermek lazımdı. İngiliz Merkez kumandanı Miralay Thomson da vapurun o akşam hareket edeceğini ileri sürerek eşyanın hemen vapura naklini istiyordu. Şaşırıp kalmıştık. Eşyalarını da kimse bırakmak istemiyordu. Bir an için düşünüp bir çare buldum ve “ben bu eşyayı iki saat içinde vapura nakl ettiririm, fakat siz hiçbir itiraz etmeyecek ve uzaktan seyirci kalacaksınız” dedim. Thomson güldü ve “Muhammed’in yeni bir mucizesini mi göstereceksiniz?” cevabıyla mukabele etti. “Evet! Çok iyi keşfettiniz! Ben de Muhammed’in bir mucizesini size göstermek istiyorum” cevabını verdim. “Pek iyi, hiçbir itiraz etmem” dedi.

İngiliz ordusunun ahmal ve eskalini taşımak için yüzlece Mısırlı hamal vardı. Bunların çavuşları olan eli kamçılı bir Arap orada bulunuyordu. Yanına giderek bizim Müslüman ve muhacir olduğumuzu bildirdikten sonra eşyamızın vapura nakli için maiyetindeki hamallara emir vermesini rica ettim. Adamcağız derhal avazı çıktığı kadar bağırarak; ‘bakınız evlatlar! Amucamız(!) bize ne teklif ediyor. Bu eşyalar vapura taşınacak; biz de Müslüman kardeşlerimize dinen mecbur ve mükellef olduğumuz yardımı yapcağız!” sözlerini söylemişti ki yüzlerce Mısırlı hamal bir anda tehacüm ederek eşyamızı iki saata varmadan vapurun ambarına indirdiler. Thomson hayret ve hiddetle bakıyordu. “İşte Muhamed’in mucizesi!” dedim. Hiçbir cevap vermedi ve oradan çekilip gitti. Ellenga vapuru da tayin edilen saatta hereket etti. Beyrut’ta kaldığım uzun seneler zarfında her sınıf halk ile hüsn-i muaşerette bulunmuştum. Başka müftü olduğu halde memleketin uleması ve esker eşrafı bizi teşyi için geldiler… Kucaklaştık, ağlaştık… ve bu tarzda bölgeden ebediyen ayrıldık…”

 

TURAN KIŞLAKÇIGazeteci, Yazar

Külbe-i ahzân’ında âh ü fizâr bir Simurg. Ehl-i hikmet muhibbi ve hakikat arayıcısı bir yolcu. Uluslararası ilişkiler, ilahiyat, dinler tarihi ve felsefe alanlarıyla iştigal eder, hududü’l...

DETAYLAR
ARŞİV